menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Demografik kırılma ve son çıkış

10 0
28.11.2025

Türkiye uzun yıllar boyunca genç nüfusuyla övünen, “demografik fırsat penceresi”ni bir kalkınma kaldıraçı olarak gören bir ülkeydi. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren genç bir nüfusa sahip olmak hem modernleşme iddiasının hem de devlet kapasitesinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilmişti. Çalışma yaşındaki nüfusun fazlalığı, hem ekonomik dinamizm hem de ulusal güvenlik açısından ülkeyi bölgesindeki birçok devletten ayrıştıran bir üstünlük arz ediyordu. Ancak bugün giderek belirginleşen bir gerçek var: Bu avantaj hızla tükeniyor. Türkiye artık genç nüfus ülkesi değil; düşük doğurganlık, artan yaşam süresi ve göç dinamiklerinin yarattığı baskı sonucunda hızla yaşlanan toplum kategorisine doğru ilerliyor. Bu dönüşüm yalnızca sosyolojik bir olgu değil, aynı zamanda ülkenin geleceğine dair stratejik bir uyarıdır.

Doğurganlık oranının son yıllarda keskin biçimde düşmesi, nüfus yapısında geri döndürülemez bir kırılmaya doğru gidişi haber veriyor. Bugün Türkiye, nüfusunu yenileme eşiğinin altına inmiş durumda. Bu eşik yalnızca istatistiksel bir eşik değildir; devletlerin uzun vadeli varlığı bakımından kritik bir sınırdır. Çünkü toplam doğurganlık oranının 2,1’in altına inmesi, mevcut nüfusun kendini doğal yollarla yenileyememesi anlamına gelir. Bu durumun sonuçları, birkaç on yıl içinde üretim kapasitesinden sosyal güvenlik sistemine, savunmadan eğitim politikasına kadar geniş bir alanda hissedilecektir.

Sorunun genellikle ekonomik zorluklarla ilişkilendirilmesi kolaycı bir yaklaşımdır. Elbette ekonomik belirsizlik, çocuk sahibi olma kararını etkileyen temel faktörlerden biridir. Fakat son yıllarda doğum oranının düşüş hızı, ekonomik kaygıyla açıklanamayacak kadar keskindir. Türkiye’nin birçok bölgesinde ve farklı sosyoekonomik gruplarda aynı eğilim gözleniyor. Bu durum, meselenin ekonomik olandan daha derin, daha kültürel ve daha yapısal nedenlere dayandığını gösteriyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de konfor arttıkça, bireysel özgürlükler genişledikçe, tüketim odaklı yaşam öncelik haline geldikçe doğum oranları düşüyor. Yani meseleyi yalnızca ekonomik çerçevede tartışmak, demografik krizin temel nedenlerini görünmez kılmak anlamına gelir.

Bu noktada toplumsal değerlerin, yaşam tarzı dönüşümlerinin ve kültürel iklimin belirleyici etkisini göz ardı etmemek gerekir. Modern yaşamın........

© Haber7