Dinsizliği koruma ve yüceltme kanunu
Tarih, yalnızca olmuş bitmiş hadiselerin yığını değildir; aynı zamanda bugün bize yön veren fikirlerin, iddiaların, ideolojilerin de mizanıdır. Modern dönemde “ilerleme” ve “özgürlük” adına lanse edilen birçok mefhum, tarihî tecrübelerle karşılaştırıldığında, en azından bizatihi iddia ettikleri kadar masum ve gerekli olmadıkları anlaşılır. Bu mefhumların başında, hiç şüphesiz “laiklik” gelir. Laiklik, Batı tecrübesi içerisinde doğmuş, Batı’nın din-devlet mücadelesine cevaben geliştirilmiş bir siyasi ve hukukî prensiptir. Ancak bu prensibin İslam coğrafyasına taşınması, özellikle de Türkiye'deki uygulaması, bizatihi kendi tanımıyla çelişen, tarihî hafızamıza ve medeniyet mirasımıza yabancı bir mahiyet arz etmiştir.
Osmanlı’da Gayrimüslimlere Tanınan Haklar
İslam’ın medeniyet hamlesiyle yoğrulan Osmanlı Devleti, asırlara yayılan varlığı boyunca çok milletli, çok dinli bir imparatorluk olarak yaşamıştır. Yahudi’sinden Ermeni’sine, Süryani’sinden Rum’una kadar farklı inanç mensupları, kendi dini kimliklerini muhafaza ederek, kendi hukuk sistemleri içerisinde yaşamış, vergi verirken bile dinlerine ve toplumsal konumlarına göre farklı hükümlere tâbi olmuşlardır.
· Millet Sistemi: Osmanlı, modern anlamda “azınlık” tabiri yerine, her dini cemaati bir “millet” olarak kabul etmiş, kendi dinî önderlerinin idaresinde yaşama hakkı tanımıştır. Her milletin kendi mahkemesi, kendi mülk idaresi, eğitim kurumları ve ibadethaneleri mevcuttu.
· Patriklik ve Hahambaşılık Kurumları: Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi Hahambaşılığı, İstanbul’da saray tarafından tanınan ve zaman zaman doğrudan padişah fermanıyla tayin edilen müesseselerdi. Bu yapılar, sadece dinî değil, aynı zamanda idarî ve hukukî yetkilere de sahipti.
· İbadet Hürriyeti: Osmanlı şehirlerinde sinagoglar, kiliseler serbestçe inşa edilmiş; hatta bazı dönemlerde, Hristiyan cemaatlerin camilerle aynı mahallede kilise inşa etmelerine müsaade edilmiştir. İstanbul’un........
© Haber Vakti
