menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

MEDENİ BATI’NIN KARANLIK YÜZÜ - 1

9 1
15.04.2025

Bir düşünün… Takvimler 13. yüzyılı gösteriyor. Dünya aynı dünya; ancak iki farklı coğrafyada bambaşka hikâyeler yazılıyor. Bir yerde yıkım ve karanlık hüküm sürerken, diğerinde inşa ve aydınlık yükseliyor.

Tarih, sadece yaşanmış olayların ardı ardına dizilmiş bir kronolojisi değil; insanlığın değerlerle kurduğu ilişkinin aynasıdır. Bugün “medeniyetin merkezi” olarak gösterilen Batı dünyası, bir zamanlar karanlığın en derininde yolunu ararken; Doğu’da, özellikle Türk-İslam coğrafyasında, insanı merkeze alan bir medeniyet anlayışı filizlenmekteydi.

Aralarındaki fark coğrafyadan değil, insan anlayışından kaynaklanıyordu. Sorun en temeldeydi: İnsana bakış açısında.

Batı’da insan, inancın bir gereği olarak günahkâr doğmuş kabul edilirken; Doğu’da insan, “eşref-i mahlûkat” yani yaratılmışların en şereflisi olarak görülüyordu.
Aynı çağda bir yanda insanlar Tanrı adına cezalandırılıyor, düşünmek dahi yasaklanıyordu. Öte yanda ise “Ne olursan ol yine gel” denilerek herkese kucak açılıyor;
“Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü” anlayışıyla evrensel bir şefkat sunuluyordu.

Batı’nın, kendi karanlık geçmişini göz ardı ederek Doğu’yu küçümsemesi son derece düşündürücüdür. Aydınlanma çağını bir dönüm noktası olarak sunan Batı, bu sürece Doğu’nun katkılarını ve bıraktığı zengin mirası görmezden gelmeye hâlâ devam etmektedir.

Tarihi sürece baktığımızda, özellikle 4. yüzyıldan itibaren Avrupa’da kilisenin giderek tek otorite haline geldiğini görüyoruz. Bu dönemde kilisenin düşünce sisteminin dışına çıkmak, sorgulamak, deney ve gözleme dayalı bilimsel çalışmalar yapmak, okumak, yazmak ya da farklı bir görüş dile getirmek neredeyse ölümle eşdeğerdi.

Aşağıda yer alan örnekler, bu karanlık süreçte yaşanan zulüm ve kıyımların yalnızca birkaçını yansıtmaktadır:

İnsanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olan Orta Çağ, 4. yüzyılda kilisenin beş kişiyi kara büyü yapmakla suçlayarak canlı canlı yakmasıyla adeta başlamış oldu. Yakılarak ya da işkenceyle öldürülme uygulamaları yüzlerce yıl boyunca sürdü.

15. yüzyılda Jan Hus, "Tanrı ile kul arasına kimse giremez" diyerek kiliseyi eleştirdiği için yakılarak idam edildi. Thomas More düşünceleri nedeniyle başı vurularak........

© Günışığı Gazetesi