DİNLE NEY’DEN: İNSAN “NEY”MİŞ?
Bir gün Mevlânâ’nın en yakın dostu Çelebi Hüsameddin, ona bir dileğini açar. Der ki: “Efendim, dervişleriniz Attar’ın Mantık’ut-Tayr’ını okuyup duruyorlar. Gönüller böyle eserlere muhtaç. Siz de bu yolda, aynı vezinle bir eser yazsanız...”
Mevlânâ'nın cevabı şaşırtıcıdır. Sarığının arasına gizlediği bir kâğıdı çıkarır. Kâğıtta, o meşhur ilk on sekiz beyit yer almaktadır - o yanık neyin feryadıyla başlayan beyitler - Gülümseyerek şöyle der: “Bu dilek, sizin gönlünüze doğmadan önce, bizim gönlümüzde çoktan doğmuştu.”
İşte Mesnevî’nin doğumu böyle başlar. Ve o ilk on sekiz beyit, Mevlânâ’nın bizzat el yazısıyla kaydedilir; zamanla Lübb-i Mesnevî —yani Mesnevî’nin özü— olarak anılır.
“Dinle neyden, nasıl hikâyet etmekte; nasıl şikâyet etmekte ayrılıklardan...” diye başlar beyitler…
Mesnevî"nin ilk on sekiz beytinde yer alan Ney'in hikâyesi; aslında insânın hikâyesidir.
Mevlânâ’nın bu ilk mısrası, sadece bir şiir değil; bir sır kapısıdır. O kapıdan giren, insanın yaratılışına, ilk nefesine ve dünyaya gelişine uzanır. Çünkü insan, özü itibariyle daha ilk varoluşunda ayrılığı yaşamış bir varlıktır. İlkin anavatanından kopmuş, doğum anında da ana rahminden ayrılmıştır. İnsanın dünyadaki yolculuğu ayrılıklarla başlamıştır ve ne hazindir ki dünyevi ayrılıklarla da son bulacaktır. Tıpkı Ney’in hazin hikayesinde olduğu gibi:
“Beni kamışlıktan kestiklerinden beri, feryâdımdan kadın erkek herkes inlemekte.
Ayrılıktan parça parça olmuş bir sine isterim ki, ayrılık derdini anlatabileyim.”
Ney’in canlanıp ses vermesi nasıl ki ona üflenecek nefese bağlıysa insanın da insan olabilmesi Allah’ın ruhundan üflemesiyledir. Bu hakikat Hicr Suresinde şöyle yer alır:
“Ona şekil verdiğimde ve ona ruhumdan üflediğimde, hemen onun için secdeye kapanın.” (Hicr, 15/29)
Bu ayet, insana verilen yüce değeri, onun topraktan yaratılıp içine ilahî bir nefes üflenmesiyle anlatır. İşte o "üfleme", insanın insan olmasının koşuludur. O nefes, aynı zamanda bir ayrılığın da işaretidir. Çünkü artık insan, ilahî kaynağından dünyaya doğru bir ayrılış yaşamıştır. Bu, ruhun bedene inişi, ilahi özden ayrılışın başlangıcıdır.
Tıpkı ney gibi…
Ney, kamışlıktan koparılır. Göğsüne yedi delik açılır, dağlanır içi kapkara olur, o artık “sevda” ya tutulmuştur. Her insanın yüreğinde bir tohum vardır. Bu tohum sevgiyle beslenirse filizlenir; önce tüm varlığa dair ilahi aşka, sonra da kara bir sevdaya dönüşür. Sufiler buna “Süveyda” derler. Ama her tohum gibi onun da yeşermesi için bazı koşullar gerekir. Bu koşulların ilki her durum ve şartta “insan” kalabilmektir. Yoksa kalpteki........
© Günışığı Gazetesi
