menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Seyyahların Şeyhi: Sinop’tan İstanbul’a

31 0
07.09.2025

İbn Battuta, Sinop'ta kırk gün geçirmesinin ardından Kırım’a gitmek için Rum bir kaptanın gemisini kiralar. On beş gün boyunca uygun havayı bekledikten sonra nihayet denize açılırlar. Ancak şiddetli bir fırtına gemiyi gerisin geri sürükler ve Sinop yakınlarında kayaya otururlar. Neyse ki bir hasar yoktur gemide, Battuta’nın ısrarları sonucu, limana geri dönmek isteyen kaptan yeniden denize açılmaya ikna olur.

Sonunda Kırım topraklarına ayak basan seyyah, bir kilisenin duvarında Arap tasvirine rastlar. Rahibe bunun kim olduğunu sorduğunda aldığı "Bu, Peygamber Ali'nin resmidir!" yanıtı karşısında büyük bir şaşkınlık yaşar (bu olay, muhtemelen Yunancada Peygamber İlyas'ın adı olan “Eliya”nın “Ali” ile karıştırılmasından kaynaklanır).

Bir atlı araba kiralayarak Kefe şehrine ulaşan Battuta, burada çoğunluğu Cenevizli Hristiyanlardan oluşan bir şehir halkıyla karşılaşır. Döneminin en önemli ticaret noktalarından biri olan Kefe, iki yüz gemiyi alabilecek kapasitedeki limanıyla düzenli ve canlı bir merkezdir.

“İndiğimiz yer, büyük bir ülkenin limanıdır. Burası Deşt-i Kafcak (Deşt-i Kıpçak) diye bilinir. "Deşt" Türk dilinde bozkır, alan, sahra anlamındadır. Bu geniş saha bir uçtan bir uca yemyeşilse de ağaç, tepe, bina ve odun görmek mümkün değil; sade mera! Orada kuru gübre yakarlar. Buna "tezek" diyorlar. İşin ilginç yanı, ileri gelen, saygıdeğer kimselerin dahi etekleri gübre doludur; tezek toplamaya çıkarlar daima! Yolculuk arabayla yapılır. Bu bozkır, bir uçtan bir uca altı ay tutar. Üç aylık bölümü Sultan Muhammed Uzbek Han'ın ülkesinin sınırları içindedir. Öteki üç aylık kısmıysa başka hükümdarların arazileridir.”

Altın Orda

Yolculuğunu sürdüren Battuta, Kırım'da Altın Orda Devleti'nin emiri Tülük Temür Bey'in konuğu olur. Türklerin yaşam biçimi, gelenekleri ve tatlıya karşı duydukları ilginç bir tiksinti Battuta'yı şaşırtır. Bir Türk'ün tatlı yemektense ölmeyi tercih edeceğini söylemesi, bu ilginç tiksinmenin derecesini sergiler (aslında yerleşik olan Türk boylarında tatlı, sevilmeyen bir yiyecek türü değildir; Battuta’nın karşılaştığı topluluklar göçebe bir yaşam sürdürenlerden olmalı).

Battuta Türklerin yeme-içme kültüründen, tezekle ısınmaya, hırsızlık cezasının ağırlığından, kadınlara duyulan aşırı saygıya kadar birçok ayrıntıya değinir. Özellikle kadınların yüzü açık dolaşması ve hatta kimilerinin kocalarından daha heybetli görünmesi onu şaşırtır.

[Altın Orda Devleti, Cengiz Han'ın torunu Batu Han tarafından 1242 yılında kurulur. 1325’te Altın Orda Devleti'nin etnik yapısı, yönetici sınıfı oluşturan Moğollar ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan Türk kökenli halktan meydana gelmektedir. Cengiz Han soyundan gelen Moğollar siyasi ve askeri gücü elinde tutsa da, devletin geniş topraklarında ağırlıklı olarak Kıpçak Türkleri başta olmak üzere çeşitli Türk boyları yaşamaktadır. Zamanla Moğol yöneticiler de yerleşik Türk kültürü ve İslam dininin etkisiyle Türkleşmeye başlar; bu süreç özellikle Uzbek Han döneminde hız kazanarak devletin bir Türk-İslam devleti kimliğine büründürmesiyle sonuçlanır. Altın Orda'nın sınırları içinde ayrıca Ruslar, Alanlar, Çerkesler gibi farklı etnik ve dini topluluklar da yerleşiktir.]

Bu coğrafyada yolculuk, "araba" adı verilen ve atlar veya develerle çekilen kubbeli araçlarla yapılır. Bu arabalar, yolcuların içinde uyuyup yemek pişirebildiği "yürüyen evler" gibidir. En çarpıcı betimlemelerden biriyse, sultanın karargâhı olan ve tümü arabalar üzerinde taşınarak hareket eden "ordu" yani yürüyen şehir kavramıdır. Bu devasa yürüyen şehir, seyyahı hayran bırakır.

[Aslında bu arabalardan ilk söz eden Herodot’tur. Herodot, İskitler hakkında yazarken onların göçebe yaşam tarzını ve kullandıkları arabaları ayrıntılı bir şekilde anlatır. İskitler, geniş bozkırlarda sürekli yer değiştiren bir toplumdur ve bu hareketlilikte arabalar önemli bir rol oynar. Herodot'un anlatımına göre İskitler, çadır şeklinde kapatılmış büyük ve ağır arabalar kullanırlar. İskitlerin evleri olan bu arabalar, öküzler veya atlar tarafından çekilir ve göçebe yaşamının merkezinde yer alır.

İbn Battuta’dan daha önce, 13. yüzyılda Moğol İmparatorluğu'na seyahat eden iki önemli Avrupalı gezgin-misyoner olan P. Carpini ve G. Rubruck de Kıpçakların yaşam tarzını gözlemlemiş ve benzer göçebe arabalarından söz etmişlerdir. Kıpçaklar, tıpkı İskitler gibi geniş bozkırlarda hareket halinde bir toplumdur.]

Son olarak, bu topraklardaki at bolluğu ve at ticaretinin yaygınlığı Battuta'nın notlarında geniş yer tutar. Çok ucuz olan atların binlercesi, daha pahalıya satıldıkları Hindistan gibi uzak bölgelere bile........

© Gazete Pencere