Eczaneye değil mutfağa gidin! Gribe lezzetli çözümler...
Gözümü açtığımda karşımda Dante'yi gördüm. Bir ormandaydık. Ağaçların dalları eğri büğrü, budaklı ve garip görüntülüydü. Gövdeleri dikenliydi. Ağaçların tepelerinde geniş kanatlı, boyunları insan şeklinde, yüzleri, pençeleri kıllı korkunç yaratıklar vardı. Feryat edip duruyorlardı.
Ormanın kıyısından bir çamur nehri akıyordu. Fokur fokur kaynayan çamurun içinden arada bir el, ayak, baş çıkıyor, "imdaaat" diye bağırdıktan sonra tekrar kayboluyorlardı.
Çok sıcaktı. Dante, paçalarına yapışan ellerimden kurtulmak istiyordu. Ben ise bırakıp gitmemesi için yalvarıyordum.
Usta, karanlığa doğru inen dolambaçlı patikada bir ara durup bana seslendi: "Oğlum burada senin ne işin var. Önünde sonunda buraya geleceksin ama henüz vakit erken. Burası cehennemin 6. katı. Daha bir kat daha ineceğim. Ulu şair Virgil beni bekliyor. Hadi çek git."
Dante görüntüden çekilirken, elindeki dereceyi inceleyen bir adamın sesi kulaklarımda yansıdı: "39.4. İnatçı bir ateş. Parasetamol, bol sıvı, bol uyku... Ölmez meraklanmayın!.."
Bana cehennem kabusları gördüren, meğerse son günlerde etrafı kasıp kavuran grip virüsüymüş. 500 mg'lık iki parasetamolden sonra biraz gözümü açabildim.
Canım ne konuşmak, ne bir yere bakmak, ne bir şey okumak ne de düşünmek istiyordu. Kıpırtısız, ceset gibi yatıyordum.
Hastalık haberim, grip salgını gibi hızla yayıldı. Dostlarım telefonla sağlık önerileri yağdırmaya başladılar. Refika Birgül hemen ballı, bol karabiberli taze zencefil çayı içmemi önerdi.
Zencefil denince aklıma hemen Japonların milli yemeği Suşi geliyordu. Zencefil turşusunun, mayalanmış pirinç, yosun, çiğ balık karışımından oluşan suşiye çok yakıştığını biliyordum. Bu anımsamanın ağzımı sulandırmasına, yüksek derecede ateş bile engel olamıyordu. Utancımdan ağzımın sulandığını kimseye söyleyemiyordum.
Yardımcım, bir kimyager gibi hazırladığı içecekte Turunç, Osmaniye Köyünden getirdiğimiz özel çam balını, bir Güney Asya seyahati sırasında aldığımız karabiber tanelerini kullandı. Onları alırken, bir hastalık tedavisinde değil de lezzetli yemeklerde kullanmak niyetindeydim. Yardımcım havanda bu nadide taneleri döverken, ben satıcının anlattıklarını anımsamaya çalıştım: "Şeytan, kılık değiştirmediği zaman, işte bu biber gibi, siyah bulut rengindedir..."
TAVUK SUYUNA ŞEHRİYE ÇORBASI
Zencefil ise maalesef ki Zanzibar'dan değil de Kartal pazarından alınmıştı.
Refika'nın karışımını içerken aklıma hep Uzakdoğu gezilerim geldi. Kokusu oralara götürüyordu. Fincandaki çay bittiğinde, tüm vücuduma ter basmış, biraz rahatlamıştım.
Gelen tavsiye telefonlarındaki ortak yemek ise tavuk suyuna bol karabiberli şehriye çorbası idi. Oldum olası bu çorbayı çok severdim.
Hele limonlu terbiye, çorbayı damak çatlatacak bir lezzete ulaştırırdı. Hasta olmasam da, fişek gibi arpa şehriyeyle yapılan bu çorbayı sık sık içerdim. Onun için hiç nazlanmadım.
Bu çorba da beni hep liseli yıllarıma, muhallebicilere götürürdü. Önden tavuk suyuna şehriye çorbası, arkadan pilav üstü tavuk yerdim.
En çok hoşuma giden........
© Gazete Pencere
