menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Osmanlı’nın Avare Kadınları Kimdi?

14 4
11.05.2025

Avare kadınlar kimdi? Osmanlı’da kadınlar Parisli kadınlar gibi şehrin sokaklarında serbestçe dolaşabiliyor muydu? Fransızca flâneure kelimesinden türetilen, kadınlar için dişileştirilen flanöz sözcüğü hangi kadınları anlatıyordu? Flâneureler Paris’in bulvarlarında, ışıl ışıl pasajlarında, yeni açılmış mağazalarında, arka sokaklarında, batakhanelerde amaçsızca, gönlünce dolaşan erkeklere deniliyordu. Acaba kadınlar flâneureler gibi sokaklarda amaçsızca mı dolaşıyordu? Söz konusu avarelik olunca elbette aklımıza hemen flâneure ve flanözler geliyor. Peki Osmanlı için avarelik ne demekti? Paris’teki gibi amaçsızsa, gönüllerince dolaşan kadınları mı anlatıyordu?

Tarihçi Gülhan Balsoy Osmanlı’da Avare Kadınlar kitabında yoksulluğu, kimsesiz ve çaresiz kadınları, 19.yüzyılda evlerini terk eden kocaların ardından yaşanan aile krizini, kadınların sığındığı Hürrem Sultan’ın yaptırdığı Haseki Nisa Hastanesi’ni ve göçlerle gelen muhacirler için oluşturulan Kırmızı Kışla’yı anlatıyor. Aslında kitabın temel meselesi tüm anlatılanların yanı sıra yoksulluğun toplumsal cinsiyetine vurgu yapmak. Çünkü Balsoy’un ele aldığı belgeler, kadınların yazdırdığı arzuhaller bir kadın ile bir erkeğin yoksul olması arasındaki farkı net bir biçimde ortaya koyuyor. Hele yoksul, kimsesiz ya da dul bir kadının sokaklarda olması veyahut başında bir erkek bulunmaması egemen ideolojinin düşüncesinde toplumsal dengeyi sarsacağı için Osmanlı’nın avare kadınlarıyla baş etmesi gerekiyordu. Bunun nasıl yapıldığını ve avareliğin ne anlama geldiğini Gülhan Balsoy’la konuştuk.

Avare kadınları daha çok flanöz kadınlar, sokaklarda dolaşan ve bunun tadını çıkaran kadınlar olarak düşünebiliriz ama siz farklı bir avarelikten söz ediyorsunuz. Kelimenin Osmanlıca ve Farsça anlamını kullanılıyorsunuz. Nedir o? Biraz açar mısınız? Anlattığınız avare kadınlar kimler?

“Avare” bugün daha çok işsiz-güçsüz, başı boş anlamında kullanılsa da bu kelime 19. yüzyılda evsiz, yersiz yurtsuz, perişan anlamlarına da geliyordu. Yani bugün kelimenin içeriği kısmen değişmiş olsa da 19. yüzyıl karşılığının, benim anlattığım kadınları iyi karşıladığını düşünerek bu başlığı seçtim. Kitapta aile bağlarından mahrum kalmış, kimsesiz, herhangi bir geliri, çoğu zaman evi olmayan kadınlar üzerine yazıyorum. Yüzyıl süresince yaşanan ekonomik kriz, savaşlar, zorunlu göç dalgaları, etnik şiddet ya da kuraklık ve kıtlık gibi ekolojik felaketler yoksulluğun önemli bir toplumsal soruna dönüşmesine yol açtı. Kadınlar için ücretli iş olanaklarının bulunmaması gibi yapısal faktörler, geleneksel sosyal yardım mekanizmalarının çözülmesi ama yerlerine modern kurumların hemen gelmemesiyle birleşince kadınlar için fazladan zorlu koşullar yarattı. Evin geçimini sağlayan erkeğin ani ölümü ya da yangın felaketi gibi trajedilerin de kadın yoksulluğunu derinleştirdiğini ve yalnız ve muhtaç kadınları daha görünür hale getirdiğini söyleyebiliriz. Çalışmada kadınların yoksulluk, kimsesizlik, muhtaçlığı nasıl deneyimlediklerini ve bu sorunlarla başa çıkma stratejilerini inceledim. Kitapta kadınları bu var olma mücadelesi üzerinden tarihsel anlatının merkezine koymaya çalıştığım için de başlıkta sadece zorluğu çağrıştıran, kadınları pasif kurbanlar olarak sunan bir tanımlama olmasını istedim.

“HİKÂYELERİNE ULAŞMAK HİÇ KOLAY DEĞİLDİ”

Peki kimsesiz, yalnız, yoksul kadınların hikâyesine ulaşmanız kolay oldu mu?

Çalışmada çoğunlukla Devlet Arşivleri Müdürlüğü’nün bünyesinde bulunan Osmanlı Arşivi belgelerini kullandım. Onun içinde de büyük ağırlıkla arzuhal denilen belge türünden faydalandığımı söyleyebilirim. Sıradan insanların dileklerini, taleplerini, şikayetlerini Osmanlı devletine ilettikleri, dilekçe benzeri belgeler olan arzuhaller sıradan insanların seslerini devlete duyurmaya çalıştıkları önemli bir belge türü. Okuma yazma oranının düşük olduğu, kişilerin birinci ağızdan yazdıkları belgelerin kısıtlı olduğunu düşünecek olursak arzuhaller bize birinci elden deneyimleri aktarma potansiyeli olan çok değerli belgeler. Yine de bize bir insanın hayatından ancak küçük bir kesit sunabiliyorlar. Öte taraftan, arzuhallere çok farklı kurumların belgeleri arasında bulabildiğimiz gibi pek çok zaman da arzuhalin kendisine değil bir özetine ulaşabiliyoruz. Kısacası, kadınların birinci ağızdan yazılmış bütünlüklü hikâyelerine ulaşmak hiç kolay değil.

Osmanlı’da kadınların görünürlüğünde kent ve kır arasında nasıl bir ayrım var? Statü arttıkça harem kadınları daha gizli hale mi geliyor?

Özellikle erken modern dönem çalışan tarihçiler statü ve görünürlük ilişkisini derinlikli olarak tartıştılar ve ikisi arasında ters oranlı bir ilişki olduğunu ikna edici şekilde gösterdiler. Şunu söylemeye çalışıyorum; saraylı kadınlar ya da elit kadınlar bir taraftan haremin içinde, kent halkının, alt sınıfların gözlerinden uzak şekilde yaşarken bu kapalılık bir tür ayrıcalığın da göstergesi olabiliyordu. Yani, elit kadınlar, saraylı kadınlar tam da ayak işlerini yaptırabilecekleri hizmetkarlara, dışarıya çıktıklarında kendilerini çevreleyecek ve meraklı gözlerden uzak tutacak maiyete sahip oldukları için görünmez kalma ayrıcalığına sahipti. Oysa diyelim ki köyde, tarlada çalışmak zorunda olan ya da kentte olup çeşmeden su taşımak, pazara gitmek, bütün işlerini kendileri görmek zorunda olan alt sınıf kadınların eve kapanmak gibi bir ayrıcalığı yoktu. Onlar zaten hep sokaktaydı. Ne var ki onların sokaktaki varlığında pek de merak uyandırıcı bir yan bulunmadığı için görünürlük bahsinde büyük ölçüde görmezden geliniyorlardı. Bu durum kitapta anlattığım örneklerde olduğu kadınlar örneğin “kamu ahlakına tehdit oluşturduklarında” değişebiliyordu. Sıradan, alt sınıf kadınlar suç işlediklerinde, kamu düzenini bozduklarında görünürleşiyordu. Yani görünürlük oldukça karmaşık ve çok farklı düzeylerde tartışılabilecek bir konu.

“KADINLARIN SOKAKTAKİ........

© Gazete Pencere