menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir Erkek Vasat Bir Yazar Olabilir Ama Bir Kadın Asla!

10 0
27.04.2025

Söyleyiniz bana yazmakta devam edeyim mi? Yazılarım bir gün okunmaya değer şeyler olabilecek mi? Ne kadar korkuyorum bilemezsiniz. Romanlarımı takip eden karilerden birçok, birçok mektuplar aldığım, onlardan çok sevgi ve alaka gördüğüm halde; memlekette eli kalem tutan adamlardan bir tanesinin benim için teşvik veya tenkit sözü yazmamaları benim cesaretimi öyle kırıyor ki… Halbuki bugün memlekette tercüme ve adapteden başka eser yok gibi… (…) Vaziyet böyle iken, yazıları acemice ve fena olsa bile kendi ruhundan ve kendi kaleminden akıtan yeni bir romancı etrafından teşvik görmemeli mi? (…)

Yukarıdaki satırlar Muazzez Tahsin’e ait. Tahsin 26 Ekim 1937 tarihinde Halide Edib’e bu mektubu gönderir. Halide Edib’le Beyrut’ta öğretmenlik yaptığı yıllarda tanışır. Erkek egemen edebiyat kamusundan mustariptir ve kendi hem cinsinden destek bekler.

Bundan 33 yıl sonra 1970’de Yeni Gazete’de Peride Celal’in bir söyleşisi yayımlanır. Celal kadın olarak yazmanın güçlüklerini şöyle anlatır:

“Kadın yazar olmak şöyle bir şeydi: Yazı işleri müdürünün odasına girersiniz. Kadın olduğunuz için gözler tümüyle sizdedir. Projektör gibi üzerinize yapışır her bir göz. Onun için ben hikâyemi bırakıp bir an önce kaçmaktan başka bir şey düşünmezdim. Yazınızın yerine sizinle ilgilenmeye başlamaları beni müthiş deli ederdi. Yüzlerine bakmazdım.”

Şimdi de Zabel Yaseyan’ın sözlerine kulak verelim.

“Bayan Düsap edebiyat dünyasına atılmaya aday olduğumu duyduğunda, bu yolda kadınları defne yaprakları taçlardan çok dikenlerin beklediği konusunda beni uyardı. Bizim gerçekliğimizde, bir kadının ortaya çıkıp kendine bir yer edinmek istemesine tahammül edilmediğini, bunu aşabilmek için, vasatın çok üzerine çıkmak gerektiğini söyledi ve ekledi: Bir erkek vasat bir yazar olabilir, ama bir kadın asla.” (Silahtar’ın Bahçeleri, 1935)

Bir başka örnek; Güzide Sabri. Kocasından gizli gizli yazar. Eşi Güzide Sabri adının duyulmasını istemez. Müstear (takma) adlarla yazsa da Güzide Sabri’nin yazdıkları okurlara ulaşır.

Gazeteci Hikmet Münir, Güzide Sabri’nin yazarlık serüvenini şöyle aktarıyor: Nihayet bir yolu bulunarak eser yazılıyor. El altından tab’ilere gönderiliyor. Eserin basıldığı haberi şayi oluyor. Kadıncağız kitabı görmüyor. Kitabı görse de okuyanları görmüyor. O bir gün kafesli bir pencerenin ve perdelerin ardında mahpus otururken, “Senin romanın herkesin elinde” diye müjdeliyorlar. Seviniyor. … Beyazıt kahvesinde bütün gençlerin ellerinde senin kitabın… Vapurlarda, gazinolarda da öyle… (1938)

Bunun gibi pek çok örneği sıralayabiliriz. Peki bugün bu örnekleri okumak ne işimize yarar?

Eğer kadınlar bugün hala ataerkil düzeni sorguluyorsa kendilerinden önceki kuşakların bunun mücadelesini nasıl verdiğini bilmeleri gerekir. Çünkü tarihsel kökler mücadeleyi diri tutar. İşte bizi o köklere götürecek bir çalışmayı sayfamıza taşıyacağız. Metis Yayınları’ndan yeni çıkan kadın yazını üzerine araştırmalar yapan Bilge Ulusman’ın ‘Edebi Babanın Reddi’ kitabına odaklanacağız. Ulusman 1895 – 1950 yılları arasında yayımlanan kadınların yazdığı metinleri inceliyor. Fatma Aliye, Emine Semiye, Halide Edib, Muazzez Tahsin, Suat Derviş, Halide Nusret Zorlutuna ve daha birçok yazarın romanlarından, hikâyelerinden yola çıkarak kadınların metinlerinde ataerkil düzeni nasıl ele aldıklarını, bununla ne tür mücadeleler verdiklerini, evlilik kurumunu, kadınların eğitimi, eşitliği nasıl yazdıklarını, erkek egemen edebiyat kamusunun ortaya koyduğu “makbul kadın” imajını alt üst ederek oluşturdukları “makbul erkek” anlatısını inceliyor. Edebi Babanın Reddi’ni Bilge Ulusman’la konuştuk.

Edebi babanın reddi ile neyi kast ediyorsunuz? Bu reddedişi sadece Ahmet Mithat Efendi ve Fatma Aliye üzerinden okumamız yeterli olur mu?

Edebi babanın reddi, geç dönem Osmanlı edebiyatında modern kurmacanın (modern edebi türler bağlamında romanın ve öykünün) dolaşıma girmesiyle birlikte, kadın yazarların verdiği varlık mücadelesini vurgulamak üzere kullandığım bir ifade. Bu dönemde kadın yazını, erkek egemen bir matbuat dünyasının içinde kendine alan açma gayreti gösteriyor, bu failliğe işaret etmek istiyorum. Zira patriarkal bir sistemde, kalemin metaforik bir penis olarak imlendiği; erkek Osmanlı entelektüelinin edebiyat yoluyla toplumu inşa etme misyonunu temellük ettiği bir dönemde, kadın olarak yazma edimiyle ilişkilenmek bir dizi yazınsal güçlüğü ve politik mücadeleyi de beraberinde getiriyor. Yalnızca dönüşen edebi türler üzerinden estetik kaygılarla değil, bir kadın olarak erkeklerden müteşekkil bir edebiyat kamusunda yazıyla ilişkilenmenin ve ürettiğiniz metni yayımlayabilmenin zorlukları var.

AHMET MİTHAT’IN ERİL TAHAKKÜMÜ

Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye’yi maruz bıraktığı sansür, onun edebi babalığını, hamiliğini, vesayetini üstlenerek uyguladığı kurucu tahakküm, elbette yalnızca bir örnek. Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye’ye mektubundaki “Her kadının mutlaka bir Ahmet Mithat’ı vardır. Onunla istişare etmeksizin hiçbir şeyi meydan-ı intişare koymaz [yayımlamaz].” cümlesini, bu eril tahakkümü ve Fatma Aliye’nin sansür ve otosansürle başlayan yazarlık serüvenindeki dönüşümü çok önemsiyorum. Bu çalışmada da 1895-1950 aralığında kadın yazınının; erkek yazarların, erkek imtiyaz sahiplerinin ve yayıncıların, erkek eleştirmenlerin ve edebiyat tarihi yazarlarının tahakkümüyle mücadele stratejilerini ve kadın yazınının kendine özgü kurucu söylemini üretme güzergahını ele alıyorum. Edebi babanın reddi, eril kanonun sunduğu kadınlık temsillerinin, türsel çerçevelerin, estetik anlayışın, metin içi hakikatin sınırlarının, fallogosantrik dilin ve söylemin reddi aslında. Kadın yazını bu sayede eril kanonun çarpık aynasından kurtulmuş metin içi hakikatler kuruyor; kadın yazınına özgü bir edebiyat geleneği üretiyor.

Kadın yazarlar dilde babanın yasasını, edebiyatta edebi babaların tahakkümünü aşmak üzere mücadele veriyor. Bunu romanlarına, hikâyelerine nasıl yansıtıyorlar?

Bu elbette oldukça geniş bir tarihsel aralık; dolayısıyla her dönemin, her yazarın, her metnin mücadelesinin dinamikleri ayrıca tartışılabilir. Örneğin II. Meşrutiyet’in ilanının ardından “hürriyet, müsavat, uhuvvet” söylemi revaçtayken, kadın yazarlar kurmaca ve kurmaca dışı metinleriyle, kadınların bu söylemin dışında bırakıldıklarını dillendirerek “müsavat-ı tamme” (tam eşitlik) taleplerini gündeme getirecekler. Ya da 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi yürürlüğe girmeden önce, metin dışı hakikatte kadınların henüz “talak” (boşanma) hakkı yokken kadın yazınının gündemine bu........

© Gazete Pencere