Sevgi ve Dayanışmayla!
Çok ilginç zamanlardan geçiyoruz. Bir kadın, bir emekçi hatta birey olarak var olmanın zorlaştığı zamanlar bunlar. Bu deli günlerin içerisinde yaşarken, şüphesiz en çok ihtiyacımız olan şey birbirimize sarılmak, kol kola omuz omuza olmak, sevgiyi ve kardeşliği savunmak! Feminizmin bize gösterdiği eşitlikçi, kapsayıcı şemsiyenin altında, hep beraber olmak…
Bu vesileyle, patriyarkaya sille vuran feminist filmcilerden bahsedelim istiyorum bugün. Onlar, cinsiyetimize yöneltilmiş baskıya, tüm ayrılıkçı düşüncelere ve tutumlara inat, buradalar. Baktığınızda, kadın olarak film yapmak, erkek egemen sektörün içinde ses çıkarmak, kendi başına bir direniş biçimi. Onlar, bizim kısılmaya çalışılmış sesimizi duyuruyorlar. Sektörden aldığımız payı, geçtiğimiz hafta bolca konuştuğumuz Oscarlardan gösterelim. 97 senedir En İyi Yönetmen kategorisinde şu ana kadar tam 10 kadın aday olmuş ve yalnızca üçü ödülle buluşmuş. Bu kadınlar arasında beyaz olmayan yalnızca tek bir kadın var.
Sinema sektöründe kadınların aldığı yer her ne kadar kısıtlı olsa da onlar tarafından icra edilen sanat da bir o kadar çeşitli ve derinlikli. Sofia Coppola’nın “Masumiyet’İn İntiharı”ndan, Agnes Varda’nın sinemasına, çok geniş bir yelpazemiz var. Şu ana kadar sinema sanatı çok gelişti, ancak filmlerde çoğunlukla eril ses duyuldu. Erkeklerin yönetmen koltuğunda olmasına o kadar alışmışız ki, yalan yanlış temsil edilen, perspektifi sunulmayan kadınlardan mustarip oluyoruz. Bu yüzden diyorum ki sektör, kadın bakışına hala çok ama çok aç. Kadın bakışını temsil eden yönetmenler de kuru dudaklarımızı ıslatan su gibi oluyor. O yüzden sizi onların sanatlarının birleştirici ve iyileştirici gücüyle düşünmeye, umutlanmaya ve güçlenmeye davet ediyorum.
Piyano, Jane Campion, 1993 (Tv )
Campion’ın Altın Palmiye ödülü alan ilk kadın olması,........
© Gazete Pencere
