“Koridor savaşlarına” doğru mu?
21.yüzyılın ilk çeyreği sona eriyor. Yüzyılı karşılarken genel olarak insanlığa hakim olan duygu “büyük imparatorun” koyduğu rolü kabul etmek üzerine kuruluydu. 21.yüzyıla başlarken insanlık yarı iyimserdi. Bu yarı iyimserlik sisinin arasından ufku aşan, tarihin ötesine bakmayı hedefleyen hayaller ise ortalıkta gözükmüyordu. Hayaller olmadığı gibi tersine korkular baskın gelmekteydi.
Korkuların baskın olduğu dünyanın dışında kalan merkezleri saran ana duygu ise “iyimserlik” olarak görülüyordu. Ancak emperyalist merkezleri saran “iyimserlik” hali, oyunu kuralına göre oynarsanız geçerliydi. Gene aynı merkezlerin dikte ettiği ise oyunu kurallarına göre oynamaz, alternatif kurallar koyarsan “korkuların” gerçeğe dönüşürdü. Dolayısıyla emperyalist merkezlerin belirlediği kurallara uymak hem size, hem de içinizde bulunduğunuz topluma güvenle bakmanıza sağlayacaktı.
Elbette bu mesajların hem kendisi, hem de beklentileri boşa çıktı. 21.yüzyılın ilk on yılı emperyalizmin bölgemize dönük sınırsız, kural tanımayan, gösteri dünyasının izlerini taşıyan saldırganlığı beklenen sonuçları doğurmadı. Oyunun kurallarını belirlediğini düşünen emperyalizm, bölgeyi istediği şekilde düzenlemeye “mahir” olsa da, kendi ürettiği mantığın ve mekanizmanın altında kaldı. Nitekim, bizler açısından kahince olmayan ve beklenen o an gelmiş oldu. Karşımızda duran emperyalizmin bir tür “fetret (interregnum) çağıdır”.
Emperyalizm başsız değildir, ama baş ile uzandığı yerlerdeki kolları arasında koordinasyon sorunları vardır. Baş ve kolların bu koordinasyon sorunu “yaşlanma” dönemi belirtileridir. Ancak buradan sonrası fazla spekülatif olacaktır. Fetret (interregnum) bir eğilim olarak kendini göstermiştir.
Bu eğilimin bazı sonuçları, yoğunlaştığı noktalar vardır. Sınırsız kalan emperyalizm aynı 20.yüzyılın başında olduğu gibi ekonomik yoğunlaşmayı hızlandırmış durumda. Ekonomik yoğunlaşma, sayısal veriler ve günlük yaşantıdaki deneyimlerle de karşımıza çıkıyor.
Uluslararası eşitsizlik alanında çalışan ve “ekonomiyi yeniden düzenleme” önerisi olan Oxfam’ın 2024 yılında yaptığı iki çalışma yukarıda sözünü ettiğimiz durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. Oxfam’ın 2024 yılında yayınlanan ilk çalışmasında, 2020 yılından bu yana en zengin beş kişinin serveti iki katına çıkarak 869 milyar dolara çıktı. Bu zenginleşmenin karşılığında ise 5 milyar kişi ise daha yoksul hale geldi. 5 kişiye karşı 5 milyar kişi! (1)
Gene aynı kuruluşun 2024 yılını genel olarak değerlendirdiği rapora göre uluslararası ekonomiyi domine eden şirketler, 2005-2020 yılları arasında 1 trilyon dolarlık kârı emperyalist merkezlere transfer etti. Sadece kârlar değil, finansal sistem aracılığıyla ortaya çıkan her türlü zenginlik de emperyalist merkezlere yığıldı. Her saat 30 milyon dolarlık net değer bağımlı ülkelerden emperyalizmin merkezlerine doğru akmaya devam ediyor. (2)
Yukarıda ifade ettiğimiz ekonomik yoğunlaşma, emperyalizm açısından “işlerin iyiye gitmesini” sağlayacak bir pencere aralıyor. Ancak aynı yoğunlaşma ve finansal mimari kapitalizmin de sistemik krizlerinin tetikleyicisi haline gelmiş durumda. 70’lerden bu yana düşük ücretli ülkelere endüstriyel üretimi kaydıran, kendisini ise dünya finansının başkentleri ilan eden Washington ve Londra, on yıllar süren bu politika ile trilyonlarca doları kendi merkezlerine götürse de, sermayenin “ucuz emek gücüne” sahip ülkeler de birikmesini engelleyemedi.
***
Buraya kadar kurallar içinde oyuna devam etmek mümkündü. Ancak 2008 krizi sonrasındaki........
© Gazete Manifesto
