MUTLULUK ANLAYIŞI, SEÇİMLERİMİZ ve İDEALLER…
Bizler her şeyin dört dörtlük olmasını ve koşulların şekillenmesini bekliyoruz mutlu olmak için. “…olursa o zaman mutlu olacağım.” “Bu işin içinden çıkarsam mutsuzluğum bitecek.” Bu tür beklentilerimizin kökeninde mutluluğun hiçbir çaba sarfetmeden birden elde edilebilen bir şey olduğu inancı yatıyor. İstiyoruz ki mutluluk öyle birdenbire avuçlarımızın içine bırakılsın. Yaşam bize bunun öyle olmadığını defalarca gösterse de biz bu kolaylığı arzuluyoruz. Başka bir gerçeği de göz ardı ediyoruz: Mutluluk bir seçim. Böyle bir seçim hakkımız var mı? Elbette ki var. Bu hak “Elimizdekilerle yetinmek ve kanaatkâr olmak” anlamına gelmiyor. İşin tuzak kısmı bu. Malum, bizler irade sahibi canlılar olduğumuzdan ancak kendi seçtiklerimizle mutlu olabiliyoruz. Dışarıdan bize zorla dayatılanlar ve reva görülenler bizi bedbaht ediyor. Yeter ki bir şeyin (yaşam şekli, okul, iş, eş vb.) kendi seçimimiz olduğuna inanalım, onu sonuna kadar götürmeyi tercih ediyoruz. Bizi buradan yakalıyorlar. Aslında kendi seçimlerimiz olmayan, sürekli gözlerimizin önüne konulduğu için küçük bir çocuk gibi parmağımızı uzattığımız bir alternatifi kendi seçimimiz gibi yutturarak mutluluk ayarlarımızla oynuyorlar. Bunun için yetişmiş bir sürü profesyonelleri var. Pek inandırıcı olmadığını düşünenlerimiz lütfen iş ilanlarına baksınlar. En çok iş ilanları hangi alanda veriliyor ve iş ilanlarında adaylardan beklenen ne? Baktığınızda en çok iş ilanlarının UX/UI Tasarımcılığı, yazılım geliştiriciliği, veri bilimciliği ve analistliği, oyun tasarım ve geliştiriciliği, müşteri temsilciliği, satış danışmanlığı alanlarında olduğunu görüyorsunuz. Yani bambaşka hayatlar tasarlayıp bu hayatları bizlere pazarlayan meslekler. Adaylarda aranan en önemli özellik de prezantabl olmaları. “‘Prezantabl’ kelimesi Türkçeye Fransızca kökenli ‘présentable’ sözcüğünden geçmiş olup, ‘görünüşü düzgün, kendini iyi ifade edebilen, temsil yeteneği olan’ anlamında kullanılır.” diye de açıklıyorlar. Yani kostüm, dekor ve replik tamam olacak ki oynanan oyundan insanlar kendilerine bir pay biçebilsinler.
Kendi seçimimiz sandığımız ve parmağımızı uzattığımız şey bundan ibaret. Dev bir sahnede sahnelenen bir oyun. Bizler oyunun aktörü olduğumuzu sanırken, seyirci koltuğunda oturan izleyiciler olduğumuzun farkında bile olamıyoruz. Bu kumpanyayı izlemek için edindiğimiz bilet bize epey pahalıya mal oluyor. Hiç kullanmayacağımız halde satın aldığımız nesneler, son model cep telefonları, havalı koltuk takımları, almak için yarıştığımız lüks araçlar, bebek cinsiyeti açıklamak için partiler, kendimizi en az ayda bir gitmek zorunda hissettiğimiz pahalı restoranlar, normalde asla ağzımıza sürmeyeceğimiz statüko göstergesi olan yiyecekler…Hepimiz hayatımızdan buraya bir sürü madde ekleyebiliriz. Aklımıza yerleştirdikleri o kadar çok “meli” ve “malılar” var ki. Hiçbirimiz “Benim gerçek ihtiyaçlarım neler?” diye oturup düşünmüyoruz. Dışımızdaki yönlendirmeler olmasa bizim gerçek seçimlerimiz ne olurdu? Gönlümüzün derinliklerinde saklanan gerçek mutluluğumuzun neye ihtiyacı var, onu besleyen ne? Niçin mutluluk beklentimizi bize karşı kullananların tuzağına düşüyoruz?
Bu tuzaklara kolaylıkla düşmemizin sebebi mutluluğu artık takıntı haline getirmemiz. Kitlesel bir hipnoz sonucu her an, her saniye mutlu olmamız gerektiği düşüncesine saplanıp kaldık. Bizden önceki nesillerin bu kadar mutluluk takıntısı yoktu. Onlar her şeyi olduğu gibi kabul eder ve her şeyin bir zamanı olduğunu çok iyi bilirlerdi. Şimdiki gibi tepelerinde sürekli “mutlu ol, sen biriciksin, mutlu olmak için yaratıldın” mesajlarıyla kafalarını karıştıran sosyal medya ağı yoktu. Tam tersine tıkır tıkır işleyen sosyal hayat insanların mutsuz anlarında devreye giriyordu. Kayıp yaşayan insanın etrafında kenetleniyorlardı, borcu olana destek oluyorlardı, savunmasız olanı koruyorlardı, kederli olanı teselli ediyorlardı. Felaketlerde bir araya geliyorlardı ve bunun yarattığı derin iç huzuruyla kendilerini iyi hissediyorlardı. Çok uzağa gitmemize gerek yok. Bizden bir iki nesil öncesi böyleydi ve bizler o nesillerin yetiştirdikleri çocuklarız. Ama ne yazık ki bunlara hiç şahit olmamışız gibi bize kendi mutluluk formüllerini dayatan bir kitlenin elinde oyuncak olmuş durumdayız.
Bizlere çaktırmadan alttan alta dayatılan “olmazsa olmazlar” yüzünden yaşadığımız her gün zehir oluyor. Karabasan gibi üzerimize garip bir mutluluk anlayışı çöktü. İçimizi boşalttılar. Asıl mutluluğun paylaşıma dayandığını unutturdular bize. Bunun değerini bir kenara fırlatıp atarken başka........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d