menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Delirmemek için…

9 0
29.11.2025

Bir gün aynada kendime baktım ve dedim ki:

“Efsun ya güleceksin ya gideceksin.”

Gitmek seçenek olmadığına göre, geriye tek bir şey kalıyordu: Kendimle dalga geçmek.

Çünkü hayat bazen o kadar üstüne üstüne geliyor ki insanın ya kahkaha atıp ‘Ben mi? Asla delirmem!’ demesi lazım ya da sessizce bir köşeye çekilip saç tellerini sayması.

Ben ilkini seçtim.

Mesela tam motivasyonumu toplamış “Bugün çok düzenli olacağım!” dediğim gün… hayat bana bir şaka yapıyor. Evde fırça arıyorum, elimde çöp poşeti. Çöp dökmek için dışarı çıkıyorum, elimde çocuk oyuncağı. En son bir gün su içmek için mutfağa girdim, elimde çamaşır deterjanı geri çıktım hâlâ içmedim o suyu.

Ama sorun değil. Gülüyorum.

Kime?

Kendime.

Çünkü sinirlenirsem delireceğim; gülünce sadece yanak kaslarım ağrıyor. Daha ekonomik, daha risksiz.

İş yerinde de aynı. Birinin yaptığı saçmalığa kızmak yerine kendi kendime içimden,

“Efsun bu insanların bir kısmının aklı mesaiden önce çıkmış olabilir, sorun sende değil” diyorum.

Bak, mis gibi terapidir.

Hayat bana bazen pes ettirmeye çalışıyor, kabul ediyorum. Cüzdanım boşken market fiyatlarına bakmak, sabah alarmına yenilmek, çocuğun ‘anneeeee’ diye 17 kez seslenmesi… Bunların hepsi tek başına delirtir. Toplu halde zaten cinayet sebebi.

Ama ben ne yaptım?

Strateji değiştirdim.

Artık olayları ciddiye almıyorum.

Kendimi bile.

Mesela kilo almışım.

Eskiden moralim bozulurdu.

Şimdi?

Açıyorum dolabı, “Yani dolma gibi sarıldın ama aura güzel Efsun” deyip geçiyorum.

Ne yapayım, hayatta kalma yöntemi bu.

Çünkü anladım ki insanın en rahat ettiği yer, kendi yanaklarının arasındaki o iki gülme çizgisi.

Oraya yerleşince, hiçbir şey batmıyor.

Sonuç?

Ben kendimle dalga geçmeyi öğrendim.

Çünkü dünyada herkes birbirinin sinirini bozmak için yaşıyorsa…

Ben de kendi kendimi eğlendirmek için yaşayabilirim.

Ve inan bana, çok işe yarıyor:

Dalga geçtikçe güçleniyorsun.

Güçlendikçe daha az deliriyorsun.

Daha az delirdikçe zaten kimse seninle baş edemiyor.

“Efsun ya güleceksin ya gideceksin.”

Gitmek seçenek olmadığına göre, geriye tek bir şey kalıyordu: Kendimle dalga geçmek.

Çünkü hayat bazen o kadar üstüne üstüne geliyor ki insanın ya kahkaha atıp ‘Ben mi? Asla delirmem!’ demesi lazım ya da sessizce bir köşeye çekilip saç tellerini sayması.

Ben ilkini seçtim.

Mesela tam motivasyonumu toplamış “Bugün çok düzenli olacağım!” dediğim gün… hayat bana bir şaka yapıyor. Evde fırça arıyorum, elimde çöp poşeti. Çöp dökmek için dışarı çıkıyorum, elimde çocuk oyuncağı. En son bir gün su içmek için mutfağa girdim, elimde çamaşır deterjanı geri çıktım hâlâ içmedim o suyu.

Ama sorun değil. Gülüyorum.

Kime?

Kendime.

Çünkü sinirlenirsem delireceğim; gülünce sadece yanak kaslarım ağrıyor. Daha ekonomik, daha risksiz.

İş yerinde de aynı. Birinin yaptığı saçmalığa kızmak yerine kendi kendime içimden,

“Efsun bu insanların bir kısmının aklı mesaiden önce çıkmış olabilir, sorun sende değil” diyorum.

Bak, mis gibi terapidir.

Hayat bana bazen pes ettirmeye çalışıyor, kabul ediyorum. Cüzdanım boşken market fiyatlarına bakmak, sabah alarmına yenilmek, çocuğun ‘anneeeee’ diye 17 kez seslenmesi… Bunların hepsi tek başına delirtir. Toplu halde zaten cinayet sebebi.

Ama ben ne yaptım?

Strateji değiştirdim.

Artık olayları ciddiye almıyorum.

Kendimi bile.

Mesela kilo almışım.

Eskiden moralim bozulurdu.

Şimdi?

Açıyorum dolabı, “Yani dolma gibi sarıldın ama aura güzel Efsun” deyip geçiyorum.

Ne yapayım, hayatta kalma yöntemi bu.

Çünkü anladım ki insanın en rahat ettiği yer, kendi yanaklarının arasındaki o iki gülme çizgisi.

Oraya yerleşince, hiçbir şey batmıyor.

Sonuç?

Ben kendimle dalga geçmeyi öğrendim.

Çünkü dünyada herkes birbirinin sinirini bozmak için yaşıyorsa…

Ben de kendi kendimi eğlendirmek için yaşayabilirim.

Ve inan bana, çok işe yarıyor:

Dalga geçtikçe güçleniyorsun.

Güçlendikçe daha az deliriyorsun.

Daha az delirdikçe zaten kimse seninle baş edemiyor.

Gitmek seçenek olmadığına göre, geriye tek bir şey kalıyordu: Kendimle dalga geçmek.

Çünkü hayat bazen o kadar üstüne üstüne geliyor ki insanın ya kahkaha atıp ‘Ben mi? Asla delirmem!’ demesi lazım ya da sessizce bir köşeye çekilip saç tellerini sayması.

Ben ilkini seçtim.

Mesela tam motivasyonumu toplamış “Bugün çok düzenli olacağım!” dediğim gün… hayat bana bir şaka yapıyor. Evde fırça arıyorum, elimde çöp poşeti. Çöp dökmek için dışarı çıkıyorum, elimde çocuk oyuncağı. En son bir gün su içmek için mutfağa girdim, elimde çamaşır deterjanı geri çıktım hâlâ içmedim o suyu.

Ama sorun değil. Gülüyorum.

Kime?

Kendime.

Çünkü sinirlenirsem delireceğim; gülünce sadece yanak kaslarım ağrıyor. Daha ekonomik, daha risksiz.

İş yerinde de aynı. Birinin yaptığı saçmalığa kızmak yerine kendi kendime içimden,

“Efsun bu insanların bir kısmının aklı mesaiden önce çıkmış olabilir, sorun sende değil” diyorum.

Bak, mis gibi terapidir.

Hayat bana bazen pes ettirmeye çalışıyor, kabul ediyorum. Cüzdanım boşken market fiyatlarına bakmak, sabah alarmına yenilmek, çocuğun ‘anneeeee’ diye 17 kez seslenmesi… Bunların hepsi tek başına delirtir. Toplu halde zaten cinayet sebebi.

Ama ben ne yaptım?

Strateji değiştirdim.

Artık olayları ciddiye almıyorum.

Kendimi bile.

Mesela kilo almışım.

Eskiden moralim bozulurdu.

Şimdi?

Açıyorum dolabı, “Yani dolma gibi sarıldın ama aura güzel Efsun” deyip geçiyorum.

Ne yapayım, hayatta kalma yöntemi bu.

Çünkü anladım ki insanın en rahat ettiği yer, kendi yanaklarının arasındaki o iki gülme çizgisi.

Oraya yerleşince, hiçbir şey batmıyor.

Sonuç?

Ben kendimle dalga geçmeyi öğrendim.

Çünkü dünyada herkes birbirinin sinirini bozmak için yaşıyorsa…

Ben de kendi kendimi eğlendirmek için yaşayabilirim.

Ve inan bana, çok işe yarıyor:

Dalga geçtikçe güçleniyorsun.

Güçlendikçe daha az deliriyorsun.

Daha az delirdikçe zaten kimse seninle baş edemiyor.

Çünkü hayat bazen o kadar üstüne üstüne geliyor ki insanın ya kahkaha atıp ‘Ben mi? Asla delirmem!’ demesi lazım ya da sessizce bir köşeye çekilip saç tellerini sayması.

Ben ilkini seçtim.

Mesela tam motivasyonumu toplamış “Bugün çok düzenli olacağım!” dediğim gün… hayat bana bir şaka yapıyor. Evde fırça arıyorum, elimde çöp poşeti. Çöp dökmek için dışarı çıkıyorum, elimde çocuk oyuncağı. En son bir gün su içmek için mutfağa girdim, elimde çamaşır deterjanı geri çıktım hâlâ içmedim o suyu.

Ama sorun değil. Gülüyorum.

Kime?

Kendime.

Çünkü sinirlenirsem delireceğim; gülünce sadece yanak kaslarım ağrıyor. Daha ekonomik, daha risksiz.

İş yerinde de aynı. Birinin yaptığı saçmalığa kızmak yerine kendi kendime içimden,

“Efsun bu insanların bir kısmının aklı mesaiden önce çıkmış olabilir, sorun sende değil” diyorum.

Bak, mis gibi terapidir.

Hayat bana bazen pes ettirmeye çalışıyor, kabul ediyorum. Cüzdanım boşken market fiyatlarına bakmak, sabah alarmına yenilmek, çocuğun ‘anneeeee’ diye 17 kez seslenmesi… Bunların hepsi tek başına delirtir. Toplu halde zaten cinayet sebebi.

Ama ben ne yaptım?

Strateji değiştirdim.

Artık olayları ciddiye almıyorum.

Kendimi bile.

Mesela kilo almışım.

Eskiden moralim bozulurdu.

Şimdi?

Açıyorum dolabı, “Yani dolma gibi sarıldın ama aura güzel Efsun” deyip geçiyorum.

Ne yapayım, hayatta kalma yöntemi bu.

Çünkü anladım ki insanın en rahat ettiği yer, kendi yanaklarının arasındaki o iki gülme çizgisi.

Oraya yerleşince, hiçbir şey batmıyor.

Sonuç?

Ben kendimle dalga geçmeyi öğrendim.

Çünkü dünyada herkes birbirinin sinirini bozmak için yaşıyorsa…

Ben de kendi kendimi eğlendirmek için yaşayabilirim.

Ve inan bana, çok işe yarıyor:

Dalga geçtikçe güçleniyorsun.

Güçlendikçe daha az deliriyorsun.

Daha az delirdikçe zaten kimse seninle baş edemiyor.

Ben ilkini seçtim.

Mesela tam motivasyonumu toplamış “Bugün çok düzenli olacağım!” dediğim gün… hayat bana bir şaka yapıyor. Evde fırça arıyorum, elimde çöp poşeti. Çöp dökmek için dışarı çıkıyorum, elimde çocuk oyuncağı. En son bir gün su içmek için mutfağa girdim, elimde çamaşır deterjanı geri çıktım hâlâ içmedim o suyu.

Ama sorun değil. Gülüyorum.

Kime?

Kendime.

Çünkü sinirlenirsem delireceğim; gülünce sadece yanak kaslarım ağrıyor. Daha ekonomik, daha risksiz.

İş yerinde de aynı. Birinin yaptığı saçmalığa kızmak yerine kendi kendime içimden,

“Efsun bu insanların bir kısmının aklı mesaiden önce çıkmış olabilir, sorun sende değil” diyorum.

Bak, mis gibi terapidir.

Hayat bana bazen pes ettirmeye çalışıyor, kabul ediyorum. Cüzdanım boşken market fiyatlarına bakmak, sabah alarmına yenilmek, çocuğun ‘anneeeee’ diye 17 kez seslenmesi… Bunların hepsi tek başına delirtir. Toplu halde zaten cinayet sebebi.

Ama ben ne yaptım?

Strateji değiştirdim.

Artık olayları ciddiye almıyorum.

Kendimi bile.

Mesela kilo almışım.

Eskiden moralim bozulurdu.

Şimdi?

Açıyorum dolabı, “Yani dolma gibi sarıldın ama aura güzel Efsun” deyip geçiyorum.

Ne yapayım, hayatta kalma yöntemi bu.

Çünkü anladım ki insanın en rahat ettiği yer, kendi yanaklarının arasındaki o iki gülme çizgisi.

Oraya yerleşince, hiçbir şey batmıyor.

Sonuç?

Ben kendimle dalga geçmeyi öğrendim.

Çünkü dünyada herkes birbirinin sinirini bozmak için yaşıyorsa…

Ben de kendi kendimi eğlendirmek için yaşayabilirim.

Ve inan bana, çok işe yarıyor:

Dalga geçtikçe güçleniyorsun.

Güçlendikçe daha az deliriyorsun.

Daha az delirdikçe zaten kimse seninle baş edemiyor.

Mesela tam motivasyonumu toplamış “Bugün çok düzenli olacağım!” dediğim gün… hayat bana bir şaka yapıyor. Evde fırça arıyorum, elimde çöp poşeti. Çöp dökmek için dışarı çıkıyorum, elimde çocuk oyuncağı. En son bir gün su içmek için........

© Gazete Gerçek