'Trump yönetimi Kürtler için riskler kadar fırsatlarla da geliyor'
Ceng Sağnıç Türkiye'deki Kürt siyaseti kadar, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, İsrail ve ABD cenahlarını da tanıyan bir siyaset bilimci. Hewler Kürdistan Üniversitesi Siyaset Bilim ve Uluslararası İlişkiler mezunu. Yüksek lisansını Telaviv Üniversitesi'nde yaptı. Washington DC'de ikamet ediyor. Siyasal analist. Türkiye'deki Kürt siyaseti kadar, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, İsrail ve ABD cenahlarını da tanıyan bir siyaset bilimci. Kendisiyle Ortadoğu'daki son gelişmeler, Suriye meselesi ve Kürt meselesi üzerine söyleştik.
Değerli Ceng Sağnıç. Suriye'yle ilgili orijinal fikirlerin var. En önemlisi ve orijinali şu: Diyorsun ki, Suriye’de ihtilal falan olmadı sadece Esad yerine Jolani geldi. Yani bir devlet yenilenmesi değil bir başkanlık değişimi oldu. Doğru mu anlamışım? Bunu biraz açabilir miyiz?
Bir bakıma evet. Neredeyse kimsenin öldürülmediği, esir alınmadığı, devlet başkanı ve çevresindeki birkaç düzine kişi dışında pek kimsenin ülkeden kaçmadığı, bürokrasi kadrolarının mesailerine devam ettikleri bir yönetim değişimi oldu. Bu durum Baas partisi rejiminin çökmediğini göstermiyor elbette fakat devlet kurumları yerine devletin tepesindeki oligarşik yapının ayakta kalmasını sağlayan dış desteğin tükendiğine işaret ediyor. 2003 sonrası Irak'ta yaşanan Baassızlaştırma (debaathification) gibi bir süreci bu nedenle Suriye'de görmeyeceğiz. Yeni bir başkan, yeni bir hükumet ve belki de bir anayasa değişimi yaşanacak ama orta seviye yönetim kadrosu çoğunlukla yerinde kalacak.
Eski zamanlardan tanışıyoruz ve atışıyoruz. Ama daha 2010 yılında Kürt halkı açısından PKK’nin yaptığı ve yapabileceği en anlamlı şeyin Rojava’da bir devletleşme deneyimi olduğu mealinde bir şey söylemiştin. Şimdi bu devletimsi yapı Türkiye artı SMO ve HTŞ tehlikesi altında. Ne olabilir?
PKK’nin hem kendi yapısal geleceği hem de Kürt toplumu açısından hayata geçirdiği en anlamlı gelişme hiç kuşkusuz Rojava’daki yönetim ve meşruiyet deneyimidir. Geçmişte bu fikirde olduğum için özyönetim çabaları henüz başlamak üzereyken Rojava’ya giden ilk kişilerden biri oldum ve yıllar geçse de halen bu fikirdeyim. Rojava deneyimi Kürtlerin devletin ve devlet entelijansiyasının tanımladığı “yasadışılık” ve “marjinallik” kategorilerinin dışında başka bir siyaset evreninin olduğunu görmelerini sağladı. Başka bir deyişle, Kürtler devletin Kürt siyasi hayatiyetinin kısıtlı ve marjinal olduğu ile ilgili tezlerini benimsemeye çok yaklaşmışken Rojava sayesinde global toplumlar masasında saygı gören, yasal, meşru ve pragmatik yönetim ve siyaset erkleri oluşturabileceklerini gördüler. Bunun ne denli büyük bir dönüm noktası olduğunu ve bazı toplumsal mücadelelerin bu deneyime ulaşmayı henüz akıllarından dahi geçiremeden tarih sahnesinden silinmek zorunda kaldıklarını ne kadar vurgulasam az kalır.
Rojava aynı zamanda onurlu marjinalliği ve yasadışılığı örgütsel varlığının baş ögeleri arasında kabul etmeye başlamış olan PKK ekosistemini daha açık fikirli, daha küresel, daha diplomatik, daha akılcı ve en azından dışarıya karşı daha toleranslı bir hâle getirdi. Bölgede kalıcı barış ve istikrar arayışında olan herkesin bu deneyiminin bu dönüştürücü yönünü görmesi gerekir. Bölgeyi iyi tanıyan Batılı bir gözlemci arkadaşımın hep tekrar ettiğim bir konuşmasında dediği gibi “eğer PKK bir şiddet örgütüyse ve değişecekse bu değişim Suriye’de yaşanacaktır.”
Rojava’nın geleceği ile ilgili yaşamsal bir riskin var olduğunu düşünmüyorum. Tüm eksiklerine rağmen Rojava deneyimi uygar dünyanın arkasında durmaya devam edeceği bir yapı olarak kalacaktır. Türkiye’nin Rojava ile ilgili tehditlerini en yüksek sesle dile getirdiği bir dönemde Abdullah Öcalan ve DEM Parti ile inanılmaz bir hızda müzakerelere başlamış olması Ankara’nın bu durumu herkes kadar iyi okuduğuna işaret. Bu bakımdan Ankara’nın SDG ile çatışmaları kızıştırarak SMO’ya Şam’daki yeni yönetimde daha sağlam bir pozisyon yaratmaya çalıştığını ve SMO’nun Fırat’ın doğusunda ABD’ye rağmen ve HTŞ olmadan ciddi kazanımlar elde edemeyeceğini bildiğini düşünüyorum.
Kısacası, Ankara yönetimi Kuzey Suriye’de Kürtlere karşı kazanılacak kolay zaferlerle Türkiye’nin sponsorluğunu yaptığı örgütlerin Şam’daki yeni yönetimde daha etkin bir konum elde edeceğini hesaplıyor. Bu doğru bile olsa ABD ile SDG ittifakı devam ettiği sürece riskin Rojava’ya yaşamsal bir tehdit oluşturacak düzeye erişebileceğini sanmıyorum.
Türkiye’nin Suriye’deki vekil gücü HTŞ değil SMO’dur. HTŞ'nin üzerinde bugüne değin yüksek yoğunluklu bir Türkiye etkisinin olması örgütün İdlib’i kontrol ettiği yıllarda ekonomik ve lojistik olarak tek açılabildiği ülkenin Hatay üzerinden Türkiye olmasından kaynaklıydı. Bu durum artık değişti. HTŞ tüm Akdeniz sahil şeridini, Lübnan, Ürdün ve Irak sınırlarını kontrol etmesinin yanında tüm bu devletlerle istikrarlı ilişkiler kurmak için çabalıyor. Bu çabanın arkasında iki ana sebep var: Birincisi Türkiye ve Katar boyunduruğundan kurtulmak çünkü bu iki devletin Şam’daki yeni yönetime ihtiyacı olan küresel meşruiyeti sağlamakta yetersiz olacağını düşünüyorlar.........
© Gazete Duvar
visit website