Diriliş, Gazap Üzümleri, hayatlarımız: Dün bugündür, bugün dün…
Tolstoy’un Diriliş’ini okuyorum.
Roman, yeni bir yüzyılı dönerken, 1899’da yayımlanmış. Birçok şey olup bitmeden hemen önce… Bolşevik Devrimi yok, büyük savaşlar yok, yıkılan ve yeniden kurulan dünya yok.
Ne var peki? Kesif bir yoksulluk var. Çalışan didinen ama ne kendilerini ne çocuklarını besleyebilen köylüler, işçiler var. İtilen kakılan, insan yerine konmayan, mahkemelerde aşağılanan, en önemsiz suçlar için cezaevlerine tıkılıp aylarca yatırılan, bazen orada unutulan, hatırlatıldığında “ama onlar da ne kurnaz, ne yalancı, ne tembeldir; sizi de kandırmışlardır” denilen halk kitleleri, milyonlar var.
Başka ne var? Kendileri çalışmayan; bu köylülerin, işçilerin emekleri üzerinden geçinen; onların sürdüğü topraklardan, akıttıkları terden paylarını alanlar var. Bunlar soylu kişiler. Zenginler. İlla çalışmaları gerektiğinde subaylar, komutanlar… Valiler ve tabii en tepede çarlar… Bunlar, toprakları süren köylüyü; sabana koşulu öküzden, hatta sabanın kendisinden ayırmayanlar. Hepsini, her şeyi mal kategorisine koyanlar…
Peki başka ne var Diriliş’te? Ailesinden kalan geniş toprakları işleten, kafası ve vicdanı karışık Prens Nehlüdof’un ruhsal uyanışa giden yolda adım adım ilerlemesi var. Derin eşitsizliği bilen ama çeşitli şekillerde vicdanını rahatlatıp keyfine bakan, yine de günü geldiğinde vicdanından kaçamayan bir prensin dünyayı yeni gözlerle, yeni bir bakışla kavraması var.
Roman, bir mahkeme salonunda başlıyor sayılır. Ne büyük bir isabet. Tolstoy, kendisi de dahil herkes için bir mahkeme kurmuş, herkesi vicdani bir hesaplaşmaya çağırmış… “Neyiz ve nerelerdeyiz” demiş…
Diriliş işte bu sorunun romanı: Neyiz ve nerelerdeyiz?
Bu soruyu şimdi bizlerin de hiç sağa sola bakmadan cevaplaması gerek. Ama önce Prens Nehlüdof’un cevabına bakalım. İzninizle biraz uzunca bir alıntı yapıyorum:
“ (...) [Nehlüdof] Böylesine açık olanı insanların göremediklerine, onun da şimdiye dek göremediğine şaşıyordu. “Halk can çekişiyor, alıştırmış kendini bu yaşama, yadırgamıyor; çocuklarının ölmesi, kadınların güçlerinin yetmeyeceği işler yapmak zorunda bırakılmaları, herkesin özellikle yaşlıların kötü beslenmeleri olağan geliyor onlara. Halk yavaş yavaş öylesine alışmış, benimsemiş ki bunu; yaşayışının korkunçluğunu göremiyor, yakınmıyor. Bu yüzden biz de bu durumun olağan olduğunu........
© Gazete Duvar
