İç duvarlar
Sorun çözmede yolumuza dikilen en yüksek ve dayanıklı setler, içsel engeller. Korkular, yitirme, kaybolma endişeleri, yok olursa varoluşumuzun tehlikeye düşeceğini sandığımız için sıkı sıkı tutunduğumuz ya da birşeylerle yüzleşmemek, cesaret gösterme gereğinden kurtulmak için arkasına saklandığımız, içimizde ördüğümüz, dışarıda yaşananla, gelişenle, değişenle irtibatımızı kesen duvarlar, kessin diye ördüğümüz duvarlar. Ya da birilerinin içimize ördüğü duvarlar.
Biz uzun yıllardır ruhlarına duvar örülen insanlarız. Bu duvarlar kâh hakkımızda kararlar alınan yerlere uzanmamıza meydan vermemek için kâh birbirimizle dayanışamayacak kadar mesafeli kalmamız, hattâ yer yer birbirimizden korkmamız için örülür.
Evirip çevirip yoğurup bize şekil vereceklerini sandıklarımız aslında içimize o kadar meraklı değil. Şeklen onların istediği gibi olmamız halinde onlar da bizi kendi halimize bırakabilirler. Duvarlar örmeleri sadece o duvarların arkasında kalmamız için. Ve onları yaşadığımız yerlerin etrafına, özel günlerde meydanlara, çatık kaşlı mühimadamların çakarlı arabalarının geçeceği bulvarların yol kenarlarına değil ruhumuza ördükleri için duvarlar bizim duvarlarımız. Fakat başkalarının binalarının temeli. Onları koruyor. Bizi saklıyor, onları koruyor. Bizi de güvende olduğumuz yanılsaması içinde yaşatıyor. Onlar yüzünden içimize düşen sıkıntıların onlar yüzünden düştüğünün, kendimizi cendereye sokmayı ve birilerinin bizi cenderelere sokmasını nasıl doğallaştırdığımızın farkında bile değiliz. Allah için, bunda pek başarılılar. Hepsi.
Abdullah Öcalan’ın yapacağı tarihî açıklama beklenirken, memlekette onyıllardır süren ve kendi başına zaten çok ağır olmakla kalmayıp, yaşadığımız başka ağır sorunları da daha ağırlaştıran, başlıbaşına hayatımızı ağırlaştıran büyük meselede hepimizi ferahlatacak birşeyler olmasını umarken neden hepimiz bu kadar heyecansız, kıpırtısız ve meraksızız? Böyle bir verili durumda bu duygular biz istemesek bile uyanmalı değil miydi?
Bu soruya verilecek ilk cevap, hiçbirimizin kimseye güvenmediği olabilir. En başta, sorunun çözümü yolunda kalıcı adımlar atabilecek güç ve imkâna sahip muktedirlere güvenmiyoruz ki, bu zaten ötesine bakmayı fuzulî kılan bir gerçek. “Harekâta devam edemeyiz,” diyen komutana hükümdar, “Niye?” diye sorar, komutan, “Birincisi, barut kalmadı,” cevabını verince, “Tamam, öteki sebepleri sayma,” der ya, onun gibi.
Ancak haleti ruhiyemizin derin kökleri bu güvensizlik bataklığında yatmıyor. Duvarlarımız daha acil ve -geleneksel olmalarına rağmen- güncel etkenler.
Sorun dendiğinde biz ne anlıyoruz? Toplum çoğunluğumuz, Kürtlerin Kürdüz demesinin sorun olduğuna, üstelik bunun pek fena bir şey olduğuna inandırıldı. Oysa Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri bile değiştirilse 85 milyondan kaç kişinin hayatında hissedeceği herhangi bir değişiklik meydana gelir? Bunlara sarılanlar kimlerdir ve neden sarılıyorlar? Böyle bir soruyu neden hiç........
© Gazete Duvar
