HTŞ’ye cihatçı eleştiri / 3
Heyet Tahrir el-Şam’ın -aslında çekirdeğindeki El-Nusra’nın- El-Kaide ile bağını koparması konusu, her teorik-siyasî tartışmada yeniden ortaya sürülen kavga konusu haline geldi, uzun süre gündemde kaldı. HTŞ’yi uluslararası cihat yolundan -şeriat hakimiyeti hedefinden- ayrılıp sapmakla, biraraya gelinmemesi gereken unsurlarla uzlaşmakla, davayı sulandırmakla suçlayanlar, sahadaki etkinlik ve başarıları bütünüyle gözden çıkarmayı öneremeyecekleri ve özel olarak Suriye sınırları içinde neler olacağını önemsemediklerini ilan edemeyecekleri için, hoşnutsuzluklarını bu bağ koparma, usûl çiğneme vs. hadisesi üzerinden dile getiriyorlardı. Nusra ve etrafına toplayıp HTŞ’yi oluşturduğu örgütler koalisyonuyla başa çıkabilecek güçte olmadıkları için önceleri daha çok mızıldanmakla yetindiler. Ancak sonra “hakiki öz Suriye El-Kaide’si” tarzında Huras el-Din örgütünü kurdular ve kendi mücadelelerini sürdürmeye giriştiler. Ancak hem HTŞ ile yerel etkinlik çatışmasına girmeleri kaçınılmazdı hem de bizzat varoluşlarının ister istemez bir alternatife işaret ediyor olması yüzünden varlıklarına tahammül edilmesi HTŞ açısından sakıncalıydı ve elverişli fırsat bulunduğunda basbayağı kaba kuvvetle ezildiler.
Lâkin meseleyi yaratan esas konu El-Kaide merkeziyle koparılan bağlardan ibaret değildi. Bir nevi saf cihatçılık yolundan sapılıp sapılmamasıydı ve ülke çapında iktidara yürüme hedefi bir yanda zihinleri meşgûl ederken, hele şimdi, Şam’da iktidar alınmışken, dolayısıyla bu “sapma” kaçınılmaz olmuşken HTŞ’nin uzlaşmacılıkla, sulandırıcılıkla suçlanması için şüphesiz çok daha bereketli zemin oluştu.
HTŞ lideri Ahmed el-Şara, 2015’te, henüz Nusra lideri el-Colani iken ve El-Kaide ile bağlarını koparmamışken, şayet iktidarı alırlarsa şeriat düzeni mi kuracaklarına ilişkin olarak, “El-Kaide’ye bağlı olsak da olmasak da ilkelerimizden taviz vermeyeceğiz, şeriatı uygulamak için çalışacağız,” demişti. Ona göre, ülkeyi halife yönetecek, seçkin âlimler heyeti hem halifeyi seçecek hem ona danışmanlık yapacaktı. Önemli olan kimin yönettiği değil, “Allah’ın yasası”nın uygulanmasıydı. Bunları daha sonraki yıllarda da birkaç ayrı vesileyle, kamuoyuna yönelik olarak tekrarlayacaktı.
Ancak şimdi, HTŞ hakimiyetindeki silahlı güçler Şam’da iktidarı ele geçirdikten ve Ahmed el-Şara ülkenin fiilî en üst yöneticisi konumuna geçtikten sonra, el-Şara şeriattan sözetmiyor. Uzun süredir ona ve örgütünün politikasına itiraz eden, “Bunlar şeriatı satacaklar!” propagandası yapan cihatçı muarızları şimdi, “İşte, gördünüz mü!” tutumuna geçtiler.
Sorun gerçekte pek uzlaşma -veya “sulandırma”- götürür cinsten değil. Zira egemenliğin seçilmiş meclislere ait olduğu, “kul yapısı” yasaların hüküm sürdüğü Batı tipi demokrasi, cihatçının gözünde sadece yanlış değil, basbayağı şirk (Allah’a eş koşma) seviyesinde suç. Yani el-Şara Şam’da gazetecilerin sorusuna cevaben, halkın kendisini yönetecek kişiyi/kişileri seçme hakkından sözettiğinde, elbette uluslararası cihatçınınkinden bambaşka bir yola sapmış oluyordu. “Yasa ve anayasa” konusunda da, “Suriye halkı nasıl isterse öyle olacak,” demekle bunu pekiştiriyordu.
Bu durumda Ebu Muhammed el-Makdisi’nin yeniden ayağa fırlaması kaçınılmazdı. 20 Aralık’ta (eski Twitter) X’te video yayınladı, “Halkın........
© Gazete Duvar
