Öndeş: Taş üstüne taş koyan herkese borcumuz var
Tarih çoğumuz için sahnede ışığın altında parlayan figürlerden ibarettir. Özellikle tarihin parçası olmuş nice devrimciye tutulan bu ışığın ‘haksız yere’ onları önplana çıkarttığını söylemek mümkün değil. Peki ama gölgede kalmış kahramanları ne kadar tanıyoruz? Ya da ne kadar merak ediyoruz?
Yeni Yaşam gazetesinde Arif Mostarlı ismiyle uzun süredir yayınlanan yazılarda spot ışıkları işte bu hayatların üzerine çevriliyor. Şimdi ise bu yazılar derlendi ve Tarihin Belleği ismi ile kısa bir süre önce Luvi Yayınları tarafından yayınlandı. Tabii Arif Mostarlı, Yeni Yaşam’daki köşe yazılarından bildiğimiz M. Ender Öndeş’ten başkası değil. Biz de kendisi ile matbaadan sıcak sıcak çıkan bu dikkat çekici kitap üzerine konuştuk.
Tarihin Belleği, bize eski bir takvimden rastgele kopartılmış takvim yaprakları gibi rastgele bir anlatım sunmuyor. Son derece derinlikli kişi ve olay hikayeleri ile karşılaşıyoruz. Üstelik tüm bunlar edebi olarak da etkileyici bir üslupla karşımıza çıkıyor. Eh, ne de olsa daha önce yayınladığı kitaplarda romandan şiire çok yönlü bir birikimi bizimle paylaşan bir isimden söz ediyoruz.
Lafı fazla uzatmadan sözü kendisine bırakalım.
Başlarken dilerseniz kitabın hikayesinden söz edelim. Nasıl karşımıza çıktı Tarihin Belleği?
Yazıların kitap haline gelmesi benim rüyamdı. Rasgeldi böyle, Luvi’den çocuklar da “Olur” dediler. Çünkü ben köşe yazılarının kitap haline getirilmesini saçma bulurum aslında. Köşe yazısı nedir ki? Ertesi gün biter, çok da manası yoktur. Bu öyle değil ama. Bu, başka bir şey. Derli toplu olması iyi oldu, hep rüyasını görüyordum bunun.
Gerçekten de bir güne ya da bir zamana ait olmayan yazılar yer alıyor kitapta.
Değil tabii, beş yıl sonra da eline geçse, yine okuyabilirsin, sıkıntı olmaz.
Gelelim kitabın kendisine. Sizin de girişte vurguladığınız üzere anlattığınız hikâyeler kaba özetlerden, tarihte detaylarını bilmediğimiz, ‘ana karakterden’ ziyade ‘yan karaktere’ hatta ‘karşı karaktere’ odaklanan yazıları kapsıyor. Kahramanlar kadar hainlerin de karşımıza çıktığı örnekleri görüyoruz. Bununla birlikte söz konusu yazıların tarihe rastgele salvolar olduğunu söylemek de mümkün değil, en nihayetinde bütünlük içerisinde bir kompozisyon var önümüzde. Toplumsal mücadeleler tarihinden çeşitli açılardan ufkumuzu açan hayatlar gibi bir izlenim ediniyoruz, bu yüzde size de sormak istedim; bu hikayeleri birbirlerine bağlayan şey nedir? Bu profillerin buluştukları yer nedir?
Belki hepsi değil ama -önsöz gibi olan yazıda da var- ortak yanı daha az bilinen karakterler olması, en azından Türkiye’de az bilinen karakterler olması. Türkiye’yi vurguluyorum özellikle, örneğin Bruno Neri hem futbolcu hem partizan, İtalya’da özellikle kendi bölgesinde büyük kahramanlardan biri hâlâ ama biz az biliyoruz. Benzeri mesela, kitap dışında henüz yayınlanacak bir Arif Mostarlı yazısında; Ljubo Cupic var, Karadağlı. Belki hatırlarsınız o fotoğrafı, infazından önce gülerken. Karadağ’ın milli kahramanı ve Arjantin doğumlu... Yani aile önce Arjantin’e gitmiş, oradan geriye dönmüş, idama mahkûm edilmiş, kurşuna dizilmiş. Evet, orada, Karadağ’da çok önemli ama biz bilmiyoruz.
Kitabın bir motivasyonu bu. İkinci motivasyonu ise şu; biz her meselede iyi ve kötü şeylerin sadece bizimle ilgili olduğunu zannediyoruz -örneğin şimdiki göçmen dalgaları gibi; oysa dünyanın her yerinde öyle. Trajik olaylar ve karakterler için de bakışımız çok dar kalıyor. Hem devrimci kişilikler hem karşı devrimci pozisyondaki insanlar bakımından da daha uzakta olanlar ve özellikle çok bilinenlerin dışındakiler aklımıza gelmiyor. Örneğin Bolivya’da Che Guevara kadar önemli olan bir adam vardır: İnti Peredo, Che’nin hemen ardından örgütü devralan kişidir, az bilinir bizde. Oysa ilginç bir detaydır, Denizlerin grubunda -hangisi olduğunu tam bilmiyorum, belki de yanlış hatırlıyorum şu anda ama o gruptan birisinin- kod adı İnti! Yani onlar biliyorlarmış İnti Peredo’yu. Ya da çok tipik örnek: Lucía Topolanski… Eski Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica’yı biliyoruz, şahane bir adam, eski gerilla falan ama ‘eşi’ diye anılan kadın da aslında muhteşem bir kişilik!
Sizin de kitapta söylediğiniz üzere, önce bıyıklılara bakma hatasına sıkça düşülüyor ve Topolanski genelde medyada kendine daha çok ‘Mujica’nın eşi’ olarak yer buluyor.
Evet öyle adı geçiyor. Asıl soruya gelirsek, bütün anlatıları bir araya getiren şey, en azından bizim için gölgede kalmış olanlar. Elbette bunlar hiç yoktan keşfettiğim şeyler değil. Neticede bunlar çok bilinmeyen insanlar olmayabilir ama daha tarihsel anlatımın arka planında kalan, kenarında kalan insanlar diyebilirim. Hatta bazı olaylar da böyle. ‘Tarihin Belleği’ derlemesini asıl bir araya getiren şey bu. Bence bu hepimiz için çok büyük bir eksiklik. Çünkü tarih öyle bir şey değil; yani tarihteki insanlar hepimizin ilk bakışta bildiği insanlardan ibaret değil.
Az önce bakıyordum, Karadeniz’de 15’lerin katli olayı… Orada biz Ethem Nejat ve Mustafa Suphi’yi görüyoruz; oysa 13 insan daha var arkada. Maria’yı yeni keşfetmişiz zaten! Onun çektiği eziyetleri öğreneli daha şurada kaç yıl oldu? Ama diğerleri de var. Kazım Bin Ali diye bir adam var; onlardan biri Manisalı, hemşerim. Ercişli Ahmet Oğlu Hayrettin var mesela. Uşak’tan, Balıkesir’den insanlar var, ta oralara gitmişler. Tam bunu anlatmaya çalışıyorum; çok merak ediyorum ben mesela, Manisalı genç bir insan Bakü-Gürcistan-Sovyetler filan, nerelere gitmiş öyle…
Sahiden hangi rüzgârlarla ilerleyen bir yolculuk acaba diye insan merak ediyor.
Muhtemelen esirler bunlar. Savaş esirlerinin bir bölümü komünist oluyor orada ve TKP’ye katılıyorlar. Ama nasıl bir şeydir bu! Manisa’dan gidip Bakü’de parti üyesi olup sonra Erzurum’a Trabzon’a gelip öldürülmesi…
Daha güzel bir şey söyleyeyim, övmek istiyorum çünkü özellikle; Bianet’ten Tuğçe Yılmaz hakkı teslim edilmeyen çok iyi bir iş yaptı geçen yıllarda. Hatırlarsın 1 Mayıs 1977 üzerine. Ya bir sürü insan ölmüş orada, hepsinin birer hikâyesi var, değil mi? Ailelerine ulaştı, çocuklarına… Çok zor bir çabaydı herhalde.
Kesinlikle çok güzel bir işti, seriyi hazırlarken Tuğçe Yılmaz ile kısa bir konuşma fırsatımız olmuştu, sonrasında ben de mesela sadece Jale Yeşilnil’in hikayesini bildiğimi fark ettim.
Çünkü arayacaksın bulacaksın, çok zor, hatta kimilerine hiç ulaşamamış herhalde ama başlı başına iyi bir iş. Tam bunu anlatmaya çalışıyorum işte. Mostarlı da bunu yapmak istiyor. Bunun negatif cephesi de aynı şekilde. Ben İvan Rios denilen adama çok hayrandım, FARC’ın en genç liderlerinden, ama okurken böyle oluyor işte, bir konuya bakıyorsun ediyorsun, başka bir şey yakalıyorsun orada. Ve oradan yürümeye başlayınca Rojas diye bir adama rasgeliyorsun, korkunç bir adam, bir ihanetçi ve ödül uğruna İvan’ı katledip sağ elini kesiyor, Kolombiya ordusuna götürüyor…
Kitapta yer almayan bir şey mesela. Rosa Luxemburg’u hepimiz biliyoruz. Ama daha ötesi de önemli.........
© Gazete Duvar
