Onbeşler’in ardından: 'Hepsi genç, yurtsever, idealist devrimcilerdi'
“Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz, / Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz, / Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını. / (…) / Eski cihan, yeni cihan önünde eğil! / Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil, / Her ne yapsan varacağız emelimize! / Karadeniz… bunu duysun derinliklerinden: / O ateşli göğüsleri delen hançerin / Kabzasını alacağız elimize!”
Nazım Hikmet, 104 yıl önce Karadeniz açıklarında katledilen komünistleri bu dizelerle anar. Mustafa Suphi liderliğinde ‘Onbeşler’ olarak bilinen Türkiye Komünist Fırkası’nın yöneticileri, 28 Ocak 1920’de öldürülür. Katliamdan sağ kurtulan Maria Suphi ise hayatının geri kalanında tetikçilerin korkunç işkencelerine maruz kalır.
Aradan geçen bunca zamana rağmen söz konusu olay çeşitli şekillerde ve çeşitli nedenlerle hâlâ önemini koruyor. Önce “Katliamın sorumlusu kimdi?”, “Emri Ankara Hükümeti mi verdi?”, “Moskova neden sessiz kaldı?” gibi eskimeyen soruları aklımıza getiriyoruz. Sonrasında ise Türkiye’deki komünist hareketin henüz yeşeren filizlerine dönük bu cinayetin bugüne dönük düşündürücü yansımaları ile karşılaşıyoruz. Fakat tüm bu hayati öneme sahip soruların gölgesinde “Mustafa Suphi ve yoldaşları nasıl bir ülke tahayyül ediyorlardı? Düşünceleri neydi?” gibi konuları fazla düşünmüyoruz.
Bugün, hem katliamı tekrar konuşmak, hem de düşüncelerini hatırlamak bizi daha verimli yanıtlara ulaştırabilir. Bu sebeple konu ve dönem üzerine çeşitli çalışmalar yapan araştırmacı ve yazar Hamit Erdem ile konuştuk. Mustafa Suphi (Sel Yayıncılık, 2010), 1920 Yılı ve Sol Muhalefet (Sel Yayıncılık, 2010), Osmanlı Sosyalist Fırkası ve İştirakçi Hilmi (Sel Yayıncılık, 2012), Emek Tarihi Yazıları (Sel Yayıncılık, 2019) ve daha pek çok eserin sahibi olan Erdem, hem hep merak ettiğimiz soruları yanıtladı, hem de dünün bugüne olan yansımalarını aktardı.
Türkiye'deki komünistler için önemli bir gün 28 Ocak. Fakat konu hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler için bir başlangıç yapmak gerekirse eğer, bugün ‘Onbeşler’ olarak andığımız Türkiye Komünist Partisi’nin kurucularından Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledildiği olayı nasıl anlatabiliriz?
28 Ocak 1921 günü (eski adıyla 28 Kânunusâni), 1920’de kurulan Türkiye Komünist Fırkası yöneticilerinin Trabzon açıklarında öldürülüp, Karadeniz’e atıldığı gündür. Bu yıl, ‘Onbeşler’ cinayeti olarak ifade ettiğimiz bu katliamın 104. yılıdır.
Onbeşler diye bir ‘sözcükle’ ifade ettiğimiz bu insanların bir kısmı, aileleri Türkiye’de yaşayan, savaşta Rus cephesinde esir düşmüş askerlerdir. Bazıları ise Türkiye’nin kurtuluşunun sosyalizmde olacağını düşünen aydınlar ya da sosyalizmin ne olduğuna şahit olan halk çocuklarıdır.
İçlerinde meslekleri; gazeteci, öğretmen ve eğitimci, mühendis olanlar vardır. Meslekten askerler; topçu yüzbaşısı, tayyare yüzbaşısı ve zabitler, kaymakamlık yapanlar vardır. Almanya’da pedagoji okuyup henüz mesleğini yapma şansı bulamayan, hepsi genç, hepsi yurtsever, hepsi romanlara konu olacak kadar ilginç yaşamları ile bu ülkenin yetiştirdiği idealist devrimcilerdir.
Mustafa Suphi onlardan yalnızca biridir. Belki onlardan daha deneyimli, yaşadıklarıyla öne çıkan, liderlik özelliği olan ve tarihe not düşerek, bu dönemi yazılarıyla kayda geçiren bir aydındır.
Ama ben Onbeşlerin katli olayından önce Mustafa Suphi’nin yaşamından kısa satırbaşlarını burada anmak istiyorum. Çünkü resmin tamamını görmek için nasıl bir aydın profiliyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek gerekir. Sorunuza “Mustafa Suphi kimdir?”i ilave ederek devem edeceğim.
Giresun doğumlu Mustafa Suphi o dönem Türkiye koşullarında iyi bir eğitim almıştır. Babası Ali Rıza Bey’in Kudüs, Şam, Erzurum ve Hakkari’deki üst düzey memurlukları sırasında o da Anadolu’yu dolaşmış, bu sosyolojiye tanık olmuş, İstanbul ve Paris’te hukuk ve ekonomi okumuştur.
1908 meşrutiyetinden sonra birçok gazetede onlarca makale yazmış, İstanbul’da yüksek okullarda ekonomi ve hukuk dersleri vermiş, bir Fransız sosyoloğun “Sosyoloji Nedir?” adlı kitabını Türkçeye çevirmiş ve yayınlamış, 1911’de İttihat ve Terakki Partisi'nde Anadolu delegesi olarak kongrelerde bulunmuştur. Sonrasında İttihatçılarla yol yürümemiş, bir yıl sonra Milli Meşrutiyet Fırkası’na katılmış, İttihatçılara muhalif olmuş, İfham (uyarı) gazetesinin yayın müdürü iken Mahmut Şevket Paşa suikastı bahane edilerek tutuklanıp Sinop’a sürülmüştür.
Bir yıl Sinop’ta sürgün kaldıktan sonra -gizlice- 10 arkadaşıyla kaçarak, Karadeniz’i dikine geçmiş, önce Sivastopol’a sonra Bakü’ye gelmiş, orada gazeteciliğe devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde yazdığı bir makalede “Büyük bir savaşın yakın olduğunu, Türkiye’nin bu savaşta taraf olmamasını ve barışı mümkün olduğu kadar uzatmasının tek çıkış yolu olduğunu” yazarak tehlikeye dikkat çekmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’na Bakü’de yakalanan Mustafa Suphi yaklaşık dört yıl sürecek ikinci sürgün hayatına başlamıştır. Çar polisi, yabancıları ‘iç düşman’ kabul ederek Rusya’nın içlerindeki toplama kamplarına sürmüş, Mustafa Suphi de Kaluga ve Ural’a gönderilen sürgünler arasında olmuştur.
Rus Devrimi 1918’de hapishane kapılarını açtığında, Mustafa Suphi 36 yaşındadır. Artık Marksist bir aydın olarak, Sosyalizmin Rusya’daki inşa sürecinde canla başla çalışmıştır. Devrimin altüst ettiği Müslüman coğrafyada Müslüman Komünistler; Vahidov, Sultangaliyev gibi Bolşevik önderler Mustafa Suphi’ye kucak açmıştır. Sovyetlerin resmi bir kurumu olan Müslüman İşleri Komiserliği’nin yöneticilerinden olmuş, iki yıl boyunca Moskova, Kazan, Taşkent, Kırım, Bakü coğrafyasında, iç savaş koşullarında; kongrelere kurultaylara katılmış, diğer yandan Türkiyeli esirlerden hem bir askeri birlik, hem siyasi bir parti çıkarmayı başarmıştır. 1920 yılının 10 Eylül’ünde Bakü’de bulunan ve Türkiye’den gelen delegelerle Türkiye Komünist Fırkası Birinci Kongresi’ni toplamıştır. Kongre çalışmalarını tamamladığında faaliyetini Türkiye’ye nakletmeye karar........
© Gazete Duvar
