Kanlı Baron: Avusturya’dan Moğol steplerine karşı-devrimcilik
Kızıl Ordu’nun Sibirya’daki karargahında 1921 Ağustos’u son derece hareketli geçer. İrkutsk’taki 5. Ordu’nun yakaladığı esir sıradan biri değildir: Bu kişi ‘Deli Baron’ ya da ‘Kanlı Baron’ lakabıyla bilinen Beyaz Ordu’nun karşı-devrimci komutanlarından Roman Ungern von Sternberg’dir.
Alman asıllı, monarşist eski bir Çarlık askeri olan Baron Ungern, lakaplarını hak edecek o kadar çok katliama ve suça karışmıştır ki ülkede devam eden İç Savaş sırasında kurulan halk mahkemesinde hakkında verilen infaz kararı, kendi dahil kimseyi şaşırtmaz. Lenin’in de yakından takip ettiği karar uygulanmadan önce, son bir kez Baron’un fotoğrafları çekilir. Öyle bir fotoğraf ki insan ister istemez ‘Kim bu adam sahiden?’ diye soruyor kendi kendine.
Moğolların deel adını verdikleri geleneksel kıyafet, turuncu rengiyle etrafına Budist bir ruhani hava katıyor. Buna karşın Moğol kıyafetine hiç yakışmayacak şekilde omuzlarında Çarlık döneminden kalma apoletler yerleştirilmiş. Korgeneral rütbesini taşıyan Baron, bir de göğsüne yine aynı dönemden kalma madalyasını iliştirmiş. Baron’u daha sonra sahiplenecek olan ırkçıların dikkatinden kaçmayacak mavi gözeleriyle Kızıl Ordu erlerinin kamerasına sert bir bakış atıyor.
Monarşist hayallerle yola çıkıp, kızıllara karşı kılıç sallayan, daha sonra Moğolistan’da kendini kağan ilan edip oluşturduğu süvari birlikleriyle yerli halklara kan kusturan bu ‘soylu’ adam için yolun sonu, tam da iğreneceği şekilde sıradan ellerin basacağı tetikle gelir. Kendi ordusundakilerin bile vahşetinden yaka silktiği bu adamın hikayesi, sadece çekilen son fotoğraftan bile bize dikkat çekici bir hikaye vaat ediyor. Gelin, buradan yola çıkarak bugün hâlâ kimi faşistlerce ismi zikredilen Deli Baron’un kim olduğunu inceleyelim.
Önce bahsettiğimiz yıllarda Sovyet yönetiminin içerisinde bulunduğu atmosferden söze başlamak gerekiyor. Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler iktidarı ele geçirip bir proletarya diktatörlüğü kurma çabası içerisine girer. Cihan Harbi’ndeki emperyalist kasaplıktan canına tak edenlerin desteğini alan Bolşevikler için artık daha farklı savaşlar, daha farklı düşmanlar vardır.
Ekim Devrimi’nin hemen ardından İngiltere, ABD, Fransa ve Japonya gibi devletler vakit kaybetmeden yer yer bizatihi, yer yer kuklalar aracılığıyla işgale girişirler. Ne de olsa kendi sınırlarını aşarak, tüm dünyaya dair bir kurtuluş mesajının haykırıldığı bir devrim, Londra’daki, Paris’teki ya da Washington’daki egemenler için de gerçek anlamda bir ‘tehdittir’. Böylece 1922’ye kadar sürecek olan İç Savaş birden fazla cephede başlar.
Monarşi yanlıları ve türlü eğilimlerle ortaya çıkan gerici güçler Ekim Devrimi’nin ilk gününden itibaren saldırıya geçerler. Savaş, sadece açlık ve ölüm getirmeyecek; aynı zamanda Cihan Harbinden zaten yaralarla çıkan bir ülkenin yorgun işçi sınıfında kalıcı yara izleri bırakacaktır.
Fakat gelelim asıl meseleye…
Bu süre içerisinde ‘Beyaz Ordu’ olarak bildiğimiz karşıdevrimci güçler içerisinde çeşitli savaş ağaları sivrilir. Emperyalistlerin cömert destekleriyle güçlenen savaş ağaları arasında dikkat çekici isimler vardır: Baron Ungern gibi…
Baltık kıyılarındaki soylu bir Alman aileden gelen Ungern, Avusturya’nın Graz kentinde dünyaya gelir. Ancak daha sonra -bugün Estonya’nın başkenti olan, o dönem Rus İmparatorluğu’nun parçası- Talinn yakınlarında büyür. Aristokrat ailesinin Alman geçmişinden büyük bir övünç duyar. Tabii bu Ungern’in sıkı bir Çarlık yanlısı olmasına engel değildir.
Şımartılarak büyüyen Ungern, zorba bir çocuk olarak bilinir. Nihayetinde bu zorbalıklarını bir üniforma altında rahatça yapabileceğini keşfetmiş olacak ki askerliğe ve savaşa dört elle sarılır. Okulda yaşadığı disiplin sorunlarından sonra Rus-Japon Savaşı’na katılır. Rusya’yı o günlerde ciddi anlamda sarsacak 1905 Devrimi yaşanırken, Ungern, kendisinden bekleneceği........
© Gazete Duvar
