'Amerikan emperyalizmi yaralı bir canavar gibi davranıyor’
ABD’de başkanlık koltuğuna Donald Trump’ın oturması, tüm dünyada çarpıcı yankılar uyandırdı. Gerek kendi bölgesinde, gerek Avrupa’da, gerekse Ortadoğu’da nelerin değişeceği tartışılıyor. Üç yıldır süren Ukrayna’daki savaş ya da Gazze’deki soykırım da dahil olmak üzere Trump’ın nasıl bir yol izleyeceği merak konusu. Dünya -ya da özellikle Avrupa- ABD’nin maskesiz bir şekilde kendini gösterme küstahlığını hayretle karşılıyor. Oysa sorunun temeli bir başkanlık seçiminde mi yatıyor? Yoksa meselenin kökleri daha derinlerde mi?
Avrupa üzerinde yürüyen tartışmalar düşünüldüğünde İspanya Komünist Partisi’nin (PCE) Uluslararası İlişkiler Sekreteri ve Eski Avrupa Parlamentosu Milletvekili Manu Pineda ile konuşmanın faydalı olabileceğini düşündük. Ne de olsa tanıklık ettiğimiz son dönem Avrupa açısından son derece kritikti: Ukrayna’da savaş çığırtkanlığı yapan ‘sosyal demokratları’, Filistin’deki soykırıma ortak olan Avrupa Birliği’ni (AB) gördük. Avrupa her geçen gün daha fazla ABD güdümüne girerken, ‘aşırı-sağın yükselişi’ her zaman manşetlerdeki yerini korudu. Tüm bunlar bizi “Peki ama Avrupa’daki soldan ne haber?” sorusunu sormaya itti.
Pineda, da tüm açıklığıyla bize ABD-AB arasındaki ilişkinin bugününü, NATO’nun Ukrayna’daki savaşa dair kendine ‘sol’ diyenlerin verdiği desteği, Filistin’deki soykırıma dair AB ortaklığını anlattı. Uluslararası normların aşındığı bir çağda güç ve hakimiyet tek gerçek olarak kendini dayatırken solun ‘geleneksel’ olarak tabanını oluşturan sınıf mücadelesini yeniden kazanması gerektiğine değindi. Şimdi sözü kendisine bırakalım…
Uzun bir süredir aşırı sağın yükselişi tartışılıyor. Biraz da aynı tartışma içerisinde adı geçmese de yer alan sola odaklanmak istiyorum. Mevcut durum içerisinde solun içinden geçtiği süreci nasıl değerlendirmek gerekir? Sizce sol küresel anlamda sokaklarda kazandığı mevzileri kaybediyor mu? Sizce aşırı sağın yükselişi doğalında solun düşüşü anlamına mı geliyor?
Aşırı sağın özellikle Avrupa’daki yükselişi, büyük ölçüde vahşi kapitalist sisteme karşı açıkça cephe almaktan korkan bir solun güçsüzlüğünü ve siyasi cesaret eksikliğini yansıtıyor. Mevcut düzeni sorgulayan ve ona meydan okuyan dönüştürücü bir proje sunmaktansa solun bir kısmı aynı sistemin meşruiyetini elde etmeye çalışıyor gibi görünüyor. Bu mevcudiyet eksikliği ve dönüştürücü hamlelerin seyreltilmesi tavrı, aşırı sağın yapay bir rol üstlenmek için yararlandığı bir boşluk yarattı: Kendisini halkın gerçek sesi olarak sunuyor, siyasetçilerden üçüncü şahıs olarak bahsediyor, karmaşık sorunlara basit çözümler öneriyor ve zaten kırılgan olan kesimler arasında çatışmaları teşvik ediyor.
Ancak aşırı sağın yükselişi, solun kesin olarak düşüşe geçeceği anlamına gelmiyor. Aksine bu durumu, solun yırtıcı oligarşiye karşı savaşa ve toplumsal çoğunluğun çıkarlarını savunmaya dayanan dönüştürücü söylemi yenilemesi ve tekrar eline alması gerekliliğini vurgulayan bir imdat freni olarak düşünebiliriz. Sınıf odağını yeniden kazanması ve kapitalizmin yapılarını sorgulayıp dönüştürme görevlerini cesaretle üstlenmesi olmazsa olmazdır. Ancak bu yolla sokaktaki temeli ve sınıf mücadelesinde geleneksel olarak üzerine düşen meydan okuyucu rolü yeniden kazanmak mümkündür.
Ukrayna’daki savaşın üçüncü yılına geldik. Sizce bu süreç içerisinde Avrupa solunun aldığı tavrı nasıl yorumlamak gerekir?
Ukrayna’daki çatışma aniden ortaya çıkan bir olgu değil; 2014 yılında ABD ve Avrupa Birliği’nin desteğiyle Ukrayna’nın meşru hükümetine karşı gerçekleştirilen darbe girişimine dayanıyor. Bu olay, aşırı sağ veya Nazi ideolojileri benimseyen örgütlerin ve bireylerin iktidara gelmesini kolaylaştırdı. Ardından bir dizi çarpıcı olayı da tetikledi: Donbas’taki Rusça konuşan nüfusa yönelik zulüm, bombardıman ve linç politikası… Bununla birlikte Minsk-Minsk 2 anlaşmaları ve bu anlaşmaların tekrar tekrar ihlal edilmesi… NATO üslerinin Rusya sınırlarına yaklaşması, Rusya'yı askeri bir yanıt vermeye zorladı; ki son kertede istenmeyen bir yanıttır. Çünkü bu, sadece savaş ağalarının işine yarar ve halklara zarar verir. Dolayısıyla NATO’nun Rusya’ya........
© Gazete Duvar
