Kürt meselesinin teorik-tarihsel bağlamı üzerine
Geçen yılın 22 Ekim’inden bu yana bir gölge boksunun izleyicileriyiz. Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan, pek çok kişinin söz aldığı, hazırlık ve pazarlıkların gerçek içeriğini pek az kişinin bildiği, nasıl ilerleyeceğini ise hiç kimsenin bilmediği bir “olay-durum” la karşı karşıyayız.
Bu yazıda ulus ve Kürt meselemizin teorik/tarihsel bağlamıyla ilgili saptama ve belirlemeler yapmak istiyorum.
Teorik bir önermeden başlayabiliriz: Kavram ve kategoriler, onları var eden gerçeklikten daha uzun ömürlü olamıyorlar. Dünya çapında nesnel ve siyasal gerçeklikte çok önemli ve hızlı değişikliklerin yaşandığı bir sürecin içindeyiz. Ulus, ulusallık, ulusçuluk, ulusal bağımsızlık, self-determinasyon, vatan, barış ve benzeri kavram ve ilişkilere tarihten güncelliğe bu değişiklikleri gören eleştirel ve geniş bir mercekten bakmak, günümüz sorunlarını yirminci yüzyılın kavram ve düşünce kalıplarıyla kavrayıp çözmenin olanaksız olduğunun ayırdına varmak gerekiyor.
Ulus, tarihsel, dolayısıyla geçici bir kategoridir. Ulus ve ulus devlet, uzun bir mayalanma döneminin sonunda 18. yüzyılda, Batı Avrupa’da var olan devletler tarafından inşa edilmiş, dünyaya yayılmıştır.
On dokuzuncu yüzyılın sonundan yirminci yüzyılın sonlarına kadar olan dönemi kabaca “ulus devletleşme”, “milliyetçilik” ama aynı zamanda ”anti-sömürgecilik”, “anti-emperyalizm” çağı olarak nitelemek yanlış olmaz.
Bu yazının mekân sınırları daha gerilere gitmeye izin vermediği için, konunun tarihsel/ siyasal çerçevesini önemli değişikliklere sahne olan son yüzyılla (1914-2025) sınırlı tutacağım.
Yirminci yüzyılın siyasal kalıbı Birinci Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi’yle döküldü. Savaş, üç büyük imparatorluğun dağılmasıyla, bakiyelerinden yeni ulus devletlerin doğmasıyla sonuçlandı.
Ekim Devrimi, bağımlı/ezilen halkların sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadelelerine yeni bir çevren ve alan açtı. Anti-emperyalizm salt bir karşıtlık, gelecek vizyonu olmayan bir isyan olmanın ötesine geçerek var edici, kurucu bir siyasal içerik kazandı. Ulusal kurtuluştan sonra, Sovyetler Birliği’nin varlığının yarattığı maddi zemin ve siyasal şemsiye altında “bağımsız”, “bağlantısız” devlet ve toplumlar olarak var olmak, “kapitalist olmayan yoldan” kalkınmak gerçekleşebilir hedefler olarak gündemleşti. Aynı ilişkinin bir türevi olarak, daha 1916’da öngörüldüğü biçimde, ulusal kurtuluş mücadeleleri, “gerçek anti-emperyalist kuvvetin, sosyalist proletaryanın sahneye çıkmasına yardım eden mayalardan biri, basillerden biri rolü” oynamaya başladı.(2)
Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle birlikte bu zemin dağılmış; bir dönem kapanmıştır.
Yugoslavya’nın parçalanmasından başlayarak, 1992’den sonra ortaya çıkan yeni devletlerin neredeyse tümü, ABD ve AB’ye bağımlılar. Sovyet blokundan kopanların çoğu NATO’ya, AB’ne katıldılar. Ukrayna’da savaş sürüyor. Afganistan, Libya, Irak, Suriye devlet ve toplum olmaktan iyice uzaklaştırıldılar.
Devletsiz kapitalizm konu dışıdır. Emperyalizm, ayrıca ve özellikle güçlü/militarist devlet demektir. Ancak, kulakları........
© Gazete Duvar
