İnandığımız doğrular yanlışsa!
Yıllardır ölesiyle inandığımız doğrular yanlışsa, ne yaparız? Hayatımızı adeta değişmez, değiştirilemez, kesin doğrular üzerine kurduk yıllarca. Okul yıllarımızı düşündüğümüzde ben adeta bir tarafıyla olaya kayıp yıllar demek istiyorum. Çünkü başka bir eğitim mümkün olabilirdi. Ama bunu bunca deneyimden sonra diyebiliyorum. Şu anda da görebiliyorum okulların, eğitim kurumlarının insanı adeta bir kalıba sıkıştırıp fabrikasyon ürün elde etmeye çalıştıklarını. Bizler o devirleri yaşarken hiç düşünememiştik. O kadar farkında değildik ki! Aldığımız eğitimleri hiç sorgulamadığımızın farkına vardığımızda bir aydınlanma yaşadık ama şaşkınlıkla karışık. Yani kaç kişi doğrularının yanlış olduğunu fark edebiliyor o da ayrı bir konu. Oysa eğitim insanı düşünmeye, farklılıkları görebilmeye ve gerektiğinde de ezberlerini devirip bir yeniden doğuş yaşayabilmeye itmeli.
Aşılaya aşılaya
Özellikle ülkemiz zaviyesinden bakıyorum meselelere. On yıllardır bir çeşit aşılamaya maruz kaldık. Eğitimin temelinde bize verilmek istenen hür düşünen gençler yetiştirmek istendiği söylendi. Ancak bu hür düşünme yine de bir ideolojiye karşılık geliyordu. Kendi gerçek kimliğimizi, geldiğimiz coğrafyaya dönüp bakamıyorduk. Sanki biz Türk yurdu olarak sadece burayı yani Anadolu’yu biliyorduk. Oradan ötesi yoktu. Hatta bir zamanların haritasında daha geniştik ama biz o değildik. Oraları biz bir şekilde emanet almışız da artık geri vermenin zamanı gelmiş gibi bir tarih anlatıldı. Din, tarih, edebiyat, sanat hep belirli bir yönden anlatıldı. Batıya dönen yüzümüz vardı bizim hep, Anadolu ise büyükşehirlerin mutfağıydı. Orada sanat olmazdı. Orada desenler, oyalar, türküleri beslemek içindi. Anadolu’nun motifleri Anadolu’ya aitti. Aşılıya aşılıya bize bu öğretildi. E din deseniz zaten bir çeşit meditasyon, ritüellerden ibaret asırlar öncesi bir inançtı. Şimdi ise bilim vardı. Ne yazık ki biz bu ikilem arasında geçirdik yıllarımızı. Aşılaya aşılaya geldiğimiz noktada herkes kendi doğrusuna tutunmuş durumda. Sanki başka doğrular mümkün değilmiş gibi. Ne kadar köhne ne kadar gerilere atılmış bir düşünce sistemi oysa bilim her yönüyle düşün der. Akıl et der.
Kendisiyle çelişen bir kuşak
Böyle bir nesil doğdu 80ler ve 90lar Türkiye’sinden. Elbette onun da öncesi var. Hem bilim adına konuşup hem de birilerinin sözlerini paylaşan bir mahallenin bekçileri bunlar. Kendi kendileriyle çelişiyorlar. Mesela şu sözü kullanıp kullanıp duruyorlar; “Gerçek devrim, insanlar birbirine yeniden nasıl bakacağını öğrenince başlar”. Batılı bir düşünürün bu sözünü sorsan ne demek istemiş diye söyleyeceklerini tahmin etmek çok zor değil. Yıllardır doğrularında ısrar edenler, başka bir gerçek mümkün müdür sorusunu soramayan biri bu cümleyi nasıl uygulayabilir? Bu sözü yazan zaten doğrusundan o kadar emin ki; sen bana bak diyor ben doğruyu zaten biliyorum. Israr etme de gel ben de seni kendi ezberlerimle vaftiz edeyim. Sen rahat ben selamet. Ezberlerinde boğulanların o boğuldukları şeyi görmediklerine yemin edebilirim. Görmedikleri şeye de delicesine inanıp bir de buna bilim dediklerini de biliyoruz değil mi? Oysa insan olarak kendilerine en büyük zararı değişmeye direnmekle yapıyorlar. Yeni bir şey demek kopyalamak demek olmadığını anlamıyorlar. Ben o sözü şimdi tekrar paylaşabilmeleri için şöyle değiştireyim; “en büyük devrim ezberleri devirip yeniden yeni bir şanla dirilebilmektir”. Bunu yapmaya gücü yetenler ancak doğrularını eleştirenlerdir. Ya da doğrularını sorgulayabilenlerdir. Gerçekler dünyanın her yeni oluşunda şekil değiştirir. Bu da hakikatin ta kendisidir vesselam.
Oğlumm
Babanın gözlerinde taşıdığı hüznü yüklenir oğlu. Baba fark ettirmek istemese de kaçak bakışların altında gizlenenleri kaldırır oğlu. Dev adamlardır onlar yıkılmaz, düşmez asla sarsılmaz. Ellerinden tuttukları bu dev adamların gölgesine sığındıkları her yerde kahraman onlardır. Babalarının küçük kahramanları olarak yıkılmaz oğullar. Gölgesine sığındıkları çınardır babalar. Oğulların bir gözü hep babalarındadır. Kırılmadıkları tek yer onların bakışlarıdır. Her şey alt üst olsa bile, baba şöyle bir oğluna bakıp da “koçum benim” demesi yeterlidir. Her şey bir anda bambaşka olur sahne, dekor değişir “işte benim babam arkamda ya ben yıkılmam” der oğul. Oğlum demek geleceğe iz bırakmak demek. Oğlum demek bir baba için dünyaları kaldırıp tekrar yerine koymak demek. Oğlum demek o yankıda oğlunun kendisini bulması, kendi kimliğini inşa etmesi demek. Bir kere şöyle yürekten oğlummm demek için neler vermezdi babalar. Oğlumm demeli oğlun varsa. Yürekten sevmeli. Boşluğa düşmesin diye elinden tutmalı. Babalar oğullarının oğlumm diye çağırmasına koşmalı.
Artı
Çevre için........© Gazete Damga
