Ayvalık Film Festivali Günlükleri -1
Ayvalık Film Festivali bu yıl, gün batımının turuncusuna karışan Paşa Limanı Restoran’daki açılış kokteyliyle başladı. Ardından Büyük Park Amfitiyatro’da, festivalin tek ödülü olan “Yeni Bir…” Ölü Mevsim’in genç yönetmeni Doğuş Algün’e takdim edildi. Hemen ardından Cannes’da prömiyer yapıp Jüri Özel ödülünü alan Joachim Trier’in son filmi Manevi Değer yıldızların altında izleyiciyle buluştu. Gecenin enerjisi, Fabrika Ayvalık’taki açılış partisinde bir arada olmanın coşkusuyla son buldu.
İkinci gün, “Bir Hikâye Anlatıcısı: Serra Yılmaz” söyleşisi Askev’de; Alkan Avcıoğlu, Vikki Bardot, Tolga Karaçelik ve Özgür Mumcu’nun katıldığı “Yapay Zekâ ve Yaratıcılık” konuşması ise Kırlangıç’ta gerçekleşti. Akşam ise Askev’de, Daan van den Hurk’un piyanosuyla eşlik ettiği sessiz film Bir Zamanlar Avrupa gösterimi, Ayvalık’ın rüzgârını eski salonların hayaletiyle buluştururken Cafer Panahi’nin Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan son filmi It Was Just an Accident isimli filminin Türkiye prömiyeri gerçekleşti. Film gösterimleri, söyleşiler ve etkinliklerle dolu dolu geçen Ayvalık Film Festivali, iki günü böylece geride bıraktı.
Manevi Değer (Yön. Joachim Trier, 2025)
Film, sanat ile aile arasındaki gerilimi evin içine —hatta evin kendisine— yerleştirerek anlatıyor. Trier gösterişi kısmıyor; tersine, oyunculara ve mekânın hafızasına alan açıyor. Kamera yüzlerde, nefes aralarında oyalanıyor; kurgu sahnelere soluklanma payı bırakıyor. Ev yalnızca dekor değil; geçmişin ağırlığını taşıyan, bugünle konuşan “üçüncü bir karakter” gibi çalışıyor.
Annenin ölümünden sonra iki kız kardeş, Nora ile Agnes, bir zamanların ünlü yönetmeni babaları Gustav’la yeniden karşı karşıya geliyor. Gustav, dönüş filmi için kendi annesinin hikâyesini yazıyor ve başrole kızı Nora’yı istiyor. Ancak senaryodaki sarsıntılar, annesinin hayatından daha çok Nora’nın bizzat bugün yaşadıklarına daha çok dokunuyor. Böylece “sanat” ile “aidiyet” arasındaki fay hattı açılıyor: set ile salon, sahne ile mutfak giderek iç içe geçiyor.
Filmin ismindeki “manevi değer” ifadesi tam da burada somutlaşıyor. Nora, açılıştaki okul ödevinde evi canlıymış gibi konuşturuyor; başlık kağıt üzerinde kalmıyor, mekânın bedensel bir hafızası varmış gibi hissediliyor. Nora’nın babaannesi savaş yıllarında ağır travmalar yaşayan biri. Babaanne, hayatta kalsa bile hayatla temasını sürdüremiyor. Babaanne, anne, kız çocuğu… Üç kuşak kadın aynı evde, farklı zamanlarda benzer yalnızlık ve buhranlarla boğuşuyor. Film bunu tabii ki tez gibi anlatmıyor; ritüeller, tekrar eden hareketler, bakışların devri ve sessizliklerle hissettiriyor. Tıptaki karşılığıyla söylersek: adını “nesillerarası travma” koyduğumuz o kırılgan aktarım, kader diye değil ama bir risk ve yankı olarak perdede titreşiyor. Trier bu yarayı “metafilm” katmanıyla daha da görünür kılıyor: film sahneleri ile “gerçek” anlar üst üste biniyor. Bazen kurgu, bazen hayat; çoğu zaman ikisinin bileşkesi… Soru ise oldukça net: Kimin hikâyesini anlatıyoruz ve hangi hakla? Cevap, bilerek belirsiz bırakılıyor. Belirsizlik, filmin etik omurgasının parçası hâline geliyor.
Oyuncu üçgeni filmi taşımaya fazlasıyla yetiyor. Stellan Skarsgård kırılganlıkla kibri aynı bedende taşırken, Renate Reinsve Nora’nın sahne disiplinini kız evlâdı kırılganlığıyla çarpıştırıyor; Inga Ibsdotter Lilleaas görünmeyen emek tarafını sessizce üstleniyor. Elle Fanning’in “dışarıdan” yıldız enerjisi ise ailenin içine düşen........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon