Sınırsız Devletin ve Devleti Ele Geçirme Kavgasının Perişan Ettiği Türkiye
19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibinden bazılarının gözaltına alınması Türkiye'de ve dünyada şok etkisi yarattı. Ortalık karıştı, piyasalar allak-bullak oldu, İstanbul menkul kıymetler borsası (BIST) endeksi rekor seviyede düştü, uzun süredir yatay seyreden döviz kurları yükselişe geçti, altın fiyatları aynı şekilde hatırı sayılır artışlara konu oldu, daha yeni faiz indirim sürecine başlamış olan Merkez Bankası yeniden politika faizini B,5’tan F’ya yükseltmek zorunda kaldı. Birkaç gün içinde borsada yaşanan çöküşün şirketlerin piyasa değerine verdiği zararın 2 trilyon TL ya da 50 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Yerli basının yanı sıra dünya basını da bugünlerde Türkiye'de olan bitene yoğun ilgi gösteriyor, davanın hukuki olmaktan çok siyasi olduğuna vurgu yapıyor. Birçok üniversite kampüsünde öğrenciler günlerdir protesto eylemleri düzenliyorlar.
Yaşanan olayların ana aktörü, boy hedefi malûm: Ekrem İmamoğlu (Eİ). Eİ’nin taşıdığı sıfat İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Tutuklanma gerekçelerine bakıldığında, iddia edildiğine göre bir üniversiteden diğerine bundan 31 yıl önce yatay geçiş sürecinde yapılan bazı usulsüzlükler dolayısıyla diplomasının geçersiz oluşu, belediyede yapılan yolsuzluklar ve suç örgütü bağlantıları.
Peki, yolsuzluk iddialarına konu onca başka belediye vs. varken İmamoğlu’nun hedef tahtasına konulmasının nedeni, bu bağlamda onun şahsıyla ilgili, siyaseten rahatsızlık yaratan asıl sorun neydi?
Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan (RTE)’nin karşısına çıkacak en güçlü aday olması.
Eİ’nin başka bir özelliği var mıdır?
Evet. İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde, iktidarın İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerini kazanmak için yaptığı bütün atraksiyonlara, hatta bir keresinde seçimlerin sonucunun iptal ettirilip yeniden yaptırılmasına rağmen iktidara karşı iki defa seçimleri kazanmış olması. Nihayet, ekonomide son zamanlarda yaşanan sarsıntılar, orta sınıfın erimesi, enflasyonun rekor düzeyde yüksek olması vb. sorunlar mucizevi bir şekilde kısa sürede çözülmediği takdirde, yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde kazanma şansının yüksek olması…
Basına yansıyan bilgilere göre belediyelerde yolsuzluk yapıldığına ilişkin bilgiler olmasına rağmen, kamuoyunun ezici çoğunluğu bu davanın hukuki olmaktan çok siyasi bir dava olduğu ve amacın İmamoğlu’nun önünü kesmek olduğu konusunda hemfikir gibi görünüyor. Esasen diploma iptalinin de, varsa şayet denklik meselesinde hatayı yapanın kurum olduğu, bunun bedelinin kişiye ödetilmesinin hukuken doğru olmadığı yönünde yorumlar yapılıyor, ayrıntılarına girmiyorum.
Zamanlama açısından bakıldığında bir tür siyasi linç girişimi gibi görünen mesele mühim bir mesele, Türkiye'nin geleceğini yakından ilgilendiriyor. Ortada iktidarı ya da devleti “başkalarına” kaptırmamak için yürütülen çetin bir mücadele var. Peki, biz bu filmi ya da buna benzer filmleri ilk defa mı görüyoruz? Hayır. Açık söylemek gerekirse, Türkiye'de öteden beri çok ciddi bir “devleti ele geçirme,” ya da devleti ötekilere, kötü adamlara, iç düşmanlara, hainlere, işbirlikçilere, yanlış adamlara kaptırmama kavgası vardır. Bu kavga ne yazık ki yeni bir kavga değildir, Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli nükseden bir kavgadır. Biraz ayrıntıya girelim.
Örneğin 28 Şubat sürecinde, RTE’nin, Ziya Gökalp’in “minareler süngü, kubbeler miğfer; camiler kışla, müminler asker..” dizelerinin geçtiği şiiri okumak suretiyle vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünü tehdit ettiği, bölücülüğü teşvik ettiği vb. gibi, hiç de ikna edici olmayan gerekçelerle İBB başkanlığından azledilmesi, siyasi yasaklı hale getirilmesi ve tutuklanıp cezaevine konulması sırasında biz bu filmi görmüştük. Bu yeni yükselen, ama –“irticacı” olduğu için- istenmeyen bir siyasi aktörün önünün kesilmesi girişimiydi.
Daha eskilere, Cumhuriyetin ilk yıllarına gidelim. 1924 yılında kurulan, Cumhuriyetin kurucu kadrosu tarafından kurulmuş olan iktidar partisi CHP’ye karşı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuranlar da İstiklal Mahkemelerinde yargılandılar. Kurucuları Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay ve Kazım Karabekir gibi her biri Kurtuluş Savaşında öne çıkmış büyük komutanlar olduğu halde, o sırada devleti temsil eden iktidara alternatif olarak ortaya çıkmalarının bedelini neredeyse canlarıyla ödüyorlardı…
1930’lu yılların başında kurulan, kısa sürede halktan büyük teveccüh gören ve yapılacak ilk serbest seçimlerde iktidara gelmesi kuvvetle muhtemel olan Serbest Cumhuriyet Fırkası da kısa sürede derdest edilip kapatıldı, kadroları dağıtıldı. “Devleti ele geçirmeye” kalkışmanın........
© Fikir Coğrafyası
