Eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye ne değişti?
TÜSİAD’ın son genel kurul toplantısında iktidara yöneltilen eleştirileri Erdoğan sert bir üslupla cevaplayarak örgütü siyasete dizayn vermekle suçlamış ve ‘eski Türkiye’yi özlüyor olabilirsiniz, yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz’ diye yanıtlamıştı. Sermaye örgütünün iki yöneticisi adli kontrol talebiyle ifadeye çağırıldı.
Peki eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında nasıl bir paradigma farkı var ya da var mı?
Bilindiği gibi, eski Türkiye Atatürk dönemine kadar eski bir tarihten başlatılıyor. Henüz özel teşebbüsün zayıf olduğu ve devletin sanayi yatırımlarını üstlendiği ama bu arada özel sermayenin gelişmesi için de devlet olanaklarını seferber ettiği kuruluş yıllarında, tek parti iktidarı ‘Sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kitle’ yaratma iddiasıyla sınıf konumlarını meslek gruplarına indirgemiş; emekçi örgütlenmelerini ve bütün rejim eleştirilerini yasaklamıştı.
Gerçekte toplumun üstünde, hiçbir sınıfa ait olmamak iddiasıyla duran devlet ve görünür yöneticileri apaçık bir sınıfsal karakter taşımaktaydı. Ancak sermayenin bir bütün olarak genişlemiş yeniden üretimi için politik trafik polisliği yapmakla meşguldüler. Devletin başlıca görevi onu kuran sınıfın, yer yer bu sınıfa rağmen uzun vadeli çıkarlarını gözetmekti. Emekçi sınıflarla ilişkisini de buna göre kuruyordu.
Böyle bir devletle çelişkiye düşen, onunla çatışan ilk sermaye grubu TÜSİAD değildir. 1930’lu yıllarda devlet işletmeleri belirli bir sınai kalkınma yaratmış, banka sermayesi ile sanayi sermayesi arasındaki ilişkiler rayına girmişken kendisini artık yeterince olgunlaşmış hisseden sermaye kesimleri özel teşebbüse alan açılması, devlet müdahalesinin geriye çekilerek yatırım alanlarının ferdileşmesini talep etmeye başladılar. Devletin mali desteğini özel teşebbüse akıtması kaydıyla! Çünkü o günkü devletin kontrollü geliştirdiği kapitalizm bir doygunluk noktasına gelmişti. Birçok şirket bizzat devlet yöneticileri, bakanlar, milletvekilleri ve ordu mensuplarının dahil olduğu bir katılımcılar listesiyle kuruldu. Öte yandan Türkiye’de işçi sınıfı kitlesi de büyümekte, talepleri de artmaktaydı. Sınıfsız imtiyazsız bir kitle yaratmak üzere yola çıkan milli burjuvazinin devleti sınıflar arasındaki ilişkileri düzenlerken kitlelerin suskunluğunu satın aldı, refahtan pay ayıran bir kuruma dönüştü. Artık elinde ne kadar varsa!
Devlet iktidarın adlandırmasıyla ister eski Türkiye’de ister yeni Türkiye’de olsun daima sermayenin arkasında konjonktürel gereklilikleri kalıcı ve değişmez çıkarları gözeterek durmaya devam etti. Sermaye grupları arasındaki rekabeti, bölüşüm süreçlerini yönetti. İmtiyazlar, cezalandırmalar ve mülksüzleştirmeler eksik olmadı. Emekçi sınıflardan gelen ve dozu dönem dönem değişen tepki ve........
© Evrensel
