Türkiye kapitalizminin ‘kriz’ine doğru
Krizler her zaman kapitalizme içkin olmakla birlikte sistemin mutlak çöküşü anlamına gelmez. Kapitalizmin yapısal krizlerinden bahsedebileceğimiz gibi, kapitalist sistem içerisindeki konjonktürel krizlerden de söz edebiliriz. Krizler, siyasal ve sosyal yıkıma yol açmalarının yanı sıra, restorasyonun ve büyümenin yapı taşlarına da dönüşebilir.
Aşırı tüketim, eksik tüketim, orantısızlık veya azalan kâr oranlarından kaynaklanan farklı kriz görünümleri karşısında sermayenin izlediği -birbiriyle ilişkili- başlıca iki yol vardır. Bunlardan biri finansal enstrüman çeşitliliğini artırma, şirketler üzerindeki kamu denetimini azaltma, mevcut ve potansiyel riskleri sosyalleştirme (Kısacası krizin faturasını emekçiye çıkarma) stratejileridir. Bir diğeri ise, emperyalist bloklar veya devletler arası savaşlar, düşük yoğunluklu iç savaşlar veya askeri darbeler yoluyla kapitalist merkezlerdeki çelişkileri başka coğrafyalara ihraç etme, yeni değerlenme ve kârlanma alanları yaratma, devlet biçimlerini dönüştürerek kaynaklara el koymadır.
Kapitalizm içerisindeki krizlerin sistem açısından “yenilenme” ve “tasfiye” özelliklerini taşıdığını söylemek mümkündür. Sermaye fraksiyonları yeniden yapılanırken -özellikle 1990’dan sonra gördüğümüz üzere- finansal sermayenin merkezileşmesi, yoğunlaşması ve finans dışı şirketlerde finansal sermayeye bağımlılık hız kazanır. Antonio Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” sözü de bir kriz durumunu tarif eder. Krizler, “eski” ile “yeni”nin yer değiştirmesinde sermaye fraksiyonlarını, siyasi hareketleri ve temsilcilerini, iktisadi modelleri bir araya getiren katalizör işlevi görür. Kaldıraç işlevi görecek “yeni” bir siyasal rejim veya birikim rejimi ortaya çıkabileceği gibi, fetret durumuna da yol açarak “canavar”ın çirkin yüzüyle karşı karşıya bırakabilir.
Türkiye kapitalizminin makroekonomik göstergeleri bir süredir sistem içerisinde büyüyen bir kriz durumuna işaret ediyor.
2018 yılında TÜSİAD’ın Eski Başkanı Erol Bilecik’in “Sanayi 4.0 olmazsa dolar 4 olur” eleştirisini takiben, orta-yüksek ve yüksek teknolojili üretim yapan büyük sermayenin, iktidarın uyguladığı büyüme modellerine karşı hoşnutsuzluğu biliniyor. TÜSİAD’ın geleceği inşa raporundan yeşil mutabakat döngüsel eylem planı ve ikiz dönüşüm çalışmalarına uzanan bir hatta, Batı kapitalizmiyle daha fazla entegrasyon sağlama çabalarına devlet katında itibar gösterilmemesi, “kriz” nedenlerinden birisi olarak kabul ediliyor. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, Türkiye’de dijital dönüşümün yaratabileceği ekonomik katkının 2030 yılına kadar 270 milyar dolar olduğunu belirtmişti.
Büyük sermaye için AKP’nin tamamen dış pazara odaklı düşük ve orta-düşük teknolojili yığınsal meta üretimi stratejisi ekonominin ayak bağıdır. Marksist terimlerle ifade edersek, son orta vadeli programda (OVP) yer alan ortalama yüzde 4.5’lik büyüme hedefi gerçekçi değildir, çünkü aşırı üretim, şirketlerin vizyon ve misyonlarıyla değil, özgül olarak sermaye birikiminin genel yasasıyla belirlenir. Üretici güçlerin sınırları kadar üretmek, başka bir........
© Evrensel
visit website