Kurtlu yemekler, tahtakurulu yataklar, ölesiye çalışma: Türkiye Köle Pazarı
İstanbul’da kentsel dönüşüm sürecinin devam ettiği Fikirtepe’de Kuzu Grupa ait şantiyede çalışan inşaat işçileri her gün yemeklerinden kurt, solucan ve böcek çıkması, kaldıkları yerlerdeki yataklarda tahtakurularının olması nedeniyle eylem yaptılar. Ücretlerinde iyileştirme yapılması, iş yerinde gerekli işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması talebiyle eyleme geçen CarrefourSA depo işçileri de küflü yemeklerden ve kirli tuvaletlerden, hijyenik olmayan çalışma koşullarından şikayetçi.
İşçi sağlığını hiçe sayan patronlar, işçileri insanlık dışı koşullarda çalıştırarak ve yaşatarak, yeni köle efendilerini aratmıyor. Kölelik yasaklanmış ve bitmiş gibi görünse de, örüntüler şeklinde kapitalizmin bir parçası olarak iş yerlerinde karşımıza çıkıyor.
Sosyoloji Profesörü Kevin Anderson köleliğin tarihsel olarak modern kapitalizmin çeperinde olmadığını, her zaman merkezinde yer aldığını belirtir. Anderson’a göre Karl Marx, 16. yüzyıldan itibaren Karayipler’de Afrikalıların Avrupalılar tarafından büyük ölçekli köleleştirilmesini, Roma ya da Arap köleliğinin bir tekrarı olarak değil, yeni bir olgu olarak görüyordu. Modern kölelik, antik gaddarlık biçimleri ile modern toplumsal biçim olan değer üretimini birleştiriyordu.1
Marx, Kapital için yazdığı bir taslakta şu noktayı vurgular: Kölelik, “Mübadele değerinin üretimin belirleyici unsuru haline geldiği” kapitalist üretim durumunda “en iğrenç biçimine” ulaşır. Bu da iş gününün her türlü sınırın ötesine uzanmasına, köleleştirilmiş insanların kelimenin tam anlamıyla ölesiye çalıştırılmasına yol açar.
Kapitalizmin, dünya sistemine dönüşürken her türden kuralsızlığın hakim olduğu “vahşi” dönemindeki sömürü ve gaddarlık çekirdeği her zaman korunur çünkü kapitalizmin kökleri ve saçakları kan havuzundan beslenerek büyür. Mutlakiyeti devralan modern burjuvazi, “eski ticaret yollarında seyahate çıkan barışçıl tüccarların soyundan gelmiyordu. Modern ‘girişimciliğin’ toplumsal yuvasını hazırlayanlar, modern çağın başındaki Condottieri denen paralı asker çeteleri, düşkünlerevi yöneticileri, ıslahevi nöbetçileri, köle efendileri ve bu cinsten caniler”den oluşuyordu"2
Emek gücünün silahla ve zorbaca yöntemlerle gasbedilmesinden “özgür emek” olarak emek gücünü satma serbestliğine uzanan yıllarda değişen şey özel mülkiyetin sahibidir. Marx’ın Kapital’in ilk cildinde “zora dayalı fabrika rejimi” olarak incelediği çalışma rejiminde işçilere dayatılan, emek gücünü satmak veya açlıktan ölmek arasındaki seçeneksizliktir. Çünkü sermaye, işçiyi emek araçlarından yoksun bırakarak, mülksüzleştirerek, insan emek gücünü ölçüsüz bir biçimde harcayarak yoluna devam edebilir.
Engels, işçi ile köle arasındaki farkı belirtirken “Köle bir kez satılır, proleter ise kendisini günbegün satmak zorundadır,” der ve kölenin rekabetin dışında olduğunu, proleterin ise onun içinde yer alıp bütün dalgalanmalarından etkilendiğini ekler. “Özgür emeğin” oluşturduğu iş gücü piyasasının asli özelliği “emeğini satma serbestliği”dir.
Ne........
© Evrensel
visit website