Çin’in Ortadoğu’ya getiremediği barış
İsrail, görünüşe göre içeriden istihbarat desteğiyle, İran’ın nükleer programının askeri ve sivil kilit isimlerini öldürdü. İran bu saldırıya elbette yanıt verdi, ancak rejimin İsrail’in saldırılarıyla kaybettiği kilit isimler ve bu nokta atışı saldırıların işaret ettiği sistem içi muhalefet, İran’da rejimin geleceğini ve dolayısıyla bölgenin istikrarını sorgulamamıza neden oldu. Konu bölgesel ölçeğe taşınınca, gözler de büyük güçlerin vereceği tepkilere çevrildi. Bu aktörlerden biri de elbette Çin. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, İran ve İsrail dışişleri bakanlarını arayarak saldırıyı kınadı ve İran’a açık desteğini belirtti -ki zaten Çin, İsrail’in Gazze’ye saldırılarını baştan beri en açıktan ve sert şekilde eleştiren büyük güçlerden biri. Ancak Wang Yi’nin mevkidaşlarına mesajı artık çok da hükmü kalmamış gibi görünen uluslararası hukuka uyma çağrısından çok da öteye gitmedi. İran’ın zaman içerisinde Çin’den daha somut beklentileri de olacaktır ama Çin bu beklentilere karşılık verecek mi henüz belli değil. Peki, Çin’in bölgedeki siyasi varlığı neden sembolik desteğin ötesine geçemiyor?
Çin, geçtiğimiz yıllarda kendi ‘yurtta sulh cihanda sulh’ politikası olan ‘barışçıl bir aradalık’ doktrininin dışına çıkarak Ortadoğu’ya yönelik aktif bir dış politika geliştirmişti. Bu politikanın (şimdilik) en -ve, tek- başarılı sonucu, İran ve Suudi Arabistan arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasına aracılık etmek oldu. Bu başarının verdiği heyecanla İsrail ve Filistin’e ara buluculuk teklifi götürmüştü ama Mahmud Abbas’ın Pekin ziyaretine günler kala Gazze savaşının çıkmasıyla işin o kadar kolay olmadığı anlaşılmıştı. Benzer şekilde, Suriye’yi uluslararası topluma yeniden dahil etme sürecinin hamiliğini üstlendiğini ilan etmesinden çok da uzun olmayan bir süre sonra Esad rejimi düşünce, Çin’in bu diplomatik başarı hayali........
© Evrensel
