menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sevgi duvarı

34 13
15.02.2025

“Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”

Sevgililer günü geride kaldı.

14 Şubat'ın çıkış kaynaklarından biri der ki 3. yüzyılda İmparator 2. Claudius, daha iyi askerlik yapabilmeleri için genç askerlerin evliliklerini yasaklamış, bu yasağa rağmen nikah kıymaya devam eden Papaz Valentine de idam edilmiş. Bu açıdan bakılınca antimilitarist bir gün, savaşma seviş sloganının bir nişanesi gibi de görülebilir.

Her şey gibi kapitalizm bunu da ticarileştirmiş olsa da dünyanın sevgiye bir gün adamak istemesi bugünden bakılınca hâlâ insani kalıyor.

İnsanı hayata tutunduran en bedava şeylerden biri olan aşk, savaşlar, işgaller içindeki yozlaşmış, hoyrat dünyada artık kendine eskisi kadar yer bulamıyor.

Aşk aşktır sloganı yerlerde sürükleniyor, aşkın kimler arasında yaşanabileceğine otoriteler karar vermeye çalışıyor. Dincileştirme, kadını kutsal kılınan aileye hapsetme, namus denen kavramı kadın üzerinden erkeğe zimmetleme politika haline getirildiğinde aşk cezasız kalmıyor, aşk ölüme sebebiyet verebiliyor. Aşkın en kirlendiği yer de böyle güzel bir duygunun kadına yönelik şiddette hafifletici unsur olarak adının geçmesi. “Aşk cinneti” manşetleri utanç yaymaya devam ediyor.

Eskinin siyah beyaz filmleri, bir zamanların şiirleri, yüzlerce sayfaya yayılan romanlar şimdilerde pek çok insana “boş iş” gibi geliyor.

Oysa sevebilmek güzel şeydi. Herkes bir kavganın ucundan tutmuşken cümle içlerinde artık geçmese de Maslow piramidinde tam ortada yer alıyor.

Ne garip; biz bu millete aşığız aşık diye geldiler, aşkı geçtim en ufak sevgi kırıntısı bile bırakmamaya ant içtiler.

Bizim hep birlikte sevebildiğimiz şeyler vardı, insanlar bir şeyleri birlikte sevebildiklerinde toplum olurlar. Kutlaması iptal edilen bayramları severdik mesela, dünyanın her yerinden gelen çocukları 23 Nisan'da TRT'de izlemeyi, evlerimizde konuk almayı severdik. Çocuklara dair her şeyi severdik, bir zamanlar çocuk kelimesi herkesi irkilten bir uyarıya dönüşebilirdi. Çocuk söz konusu ise akan sular durabilirdi. Kırmızı çizgilerin en önemlilerindendi. Öyle helikopter ebeveynlik yoktu, öğretmene “Eti senin kemiği benim” denirdi belki korkunç olsa da, hatta eğitimde dayağın şart olduğuna inanılan evler yalnız kırsalda değil kentlerde de boldu. Bilinçli ebeveyn pek yoktu. Ama çocuğa istismar kabul edilebilir şey değildi. Mesela Manisalı gençler davasında 15 yaşındaki çocukları taşıyan cezaevi aracı arkasında yankılanan anne sesini hatırlar mısınız? “O daha çocuk, yapmayın!”

Bir ülke bir araya gelirdi, “O daha çocuk” uyarısıyla. Çocuğa karşı işlenen suçun bedeli ağır........

© Evrensel