Gıy Gıy da Gıy Gıy!...
Rahmetli dedemle on beş yaşıma gelinceye kadar tüm yaz ayları boyunca bir arada oldum. Tabi akranım olan diğer torunlarıyla birlikte…
Bizim kuşağın çocukları okulda karne verilir verilmez, soluğu ya köyde ya da yaylada alırdı…
Büyükbabaların, büyükannelerin yanı ikinci bir okul olurdu o zamanlar…
Şimdinin çocuklarının bu konudaki mahrumiyetine veya yalnızlıklarına bakınca, bugün fark ediyorum ki, ne kadar önemli dersler almış ve ne kadar önemli beceriler kazanmışız…
Tarlaya sebze ekmek, meyve fidanı aşılayıp dikmek, başta arılar olmak üzere büyük küçük bütün hayvanlarla doğru bir iletişim kurmak, doğaya zarar vermeden ondan azami ölçüde faydalanmak bunların başında geliyor…
Yani ben, Robinson Crusoe misali ıssız bir yerde yıllarca yalnız kalsam, kendimi yaşatmasını bilirim…
Ama benim çocuklarım, o şartlara iki gün dayanabilir mi, cevap veremiyorum!...
Dedemle 70’li yıllarda iki defa yürüyerek, patika yollardan dağ tepe aşıp köyden yaylaya gittiğimizi hatırlıyorum… Koyun, keçi, inek, dana önümüzde, yatak yorgan ve kap kacak katırların sırtında, herhangi bir saldırıya karşı da yanımızdaki kangal köpeklerinin sunduğu güvenlik hizmetiyle…
Sanırım, o yolculukların ikincisiydi…
Oldukça kalabalık bir kafile ile yola revan olmuştuk…
Aramızda kendisine “Çaylaman” diye hitap edilen bir kemençe üstadı vardı…
Yolculuğun eğlenceli geçmesi için sürekli çalıp söylüyordu…
Gece karanlığında başlayıp, diğer gecenin karanlığında sona erecek o uzun seyahatin yorgunluğu, kemençe eşliğinde söylenen türküler, anlatılan........
© Eurovizyon
