GELDİĞİN YERİ UNUTURSAN, GİTTİĞİN YERDE KAYBOLURSUN
Bu cümle, içimde yıllardır yankılanan bir türkü gibi. Her nereye gitsem, hangi şehirde hangi sokakta yürüsem, yüreğimin bir köşesinde hep Kılıçlı Köprüsü’nün üzerindeki o küçük ev belirir. Hasan Tassin Caddesi No:11… Zorunlu bir ikametti belki, ama çocukluğumun her taşını, kokusunu, gölgesini taşıyan bir hatıralar yumağıydı orası.
Babamın vefatından sonra, bir sığınak arar gibi dedemlerin yanına yerleştirilmiştik. İki gözlü, daracık bir evdi. Bir yatak odası, bir mutfak ve küçük bir oturma odasından ibaretti. Ama dışı o kadar küçükken, içindeki acılar, hayaller ve sessiz gözyaşları bir haneyi değil, koca bir romanı doldururdu.
Tuvalet evin içinde değildi. Yaklaşık yetmiş metre aşağıda, bahçenin içinde, elektriksiz, karanlık bir kulübenin içindeydi. Oraya gitmek çocuk kalbimde bir işkenceydi. Her seferinde elimde bir fener, yüreğim ağzımda giderdim. Karşıma ne çıkacak diye değil; o ıssızlığın içinde kendi yalnızlığımla yüzleşmekten korkardım. Belki de bu yüzden, bugün bile tuvalet kapılarını aralık bırakırım. O çocukluk korkusu hiç tam anlamıyla çıkmadı içimden.
Avlunun iç kısmında derin, kör bir kuyu vardı. Ne zaman başımı eğip içine baksam, dibi yokmuş gibi gelirdi. Sanki o karanlık, beni içine çekmek isteyen bir sır gibi bakardı........
© Enpolitik
