menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

VAKTAKİ BİR ZAMANDA PAPA 16. BENEDİKTUS’UN BİZİ DÜŞÜNDÜREN ZİYARETİ

8 0
25.07.2025

Slavlar hakkında gerek siyasi teşkilat gerekse devlet kurma bakımından kabiliyetsiz bir ırktır dersek yeridir. Esclave (slav) köle demektir zaten. Düşünebiliyormusunuz Slavlar adına uygun davranıp tarihin belli dönemlerinde Türk ve Cermen idareleri altında yaşayarak ancak varlıklarını koruyabilmişlerdir. Yine de devletsiz birilerinin himayesi altında yaşamalarına rağmen ileriki dönemlerde coğrafyanın getirdiği bir takım avantajları kullanaraktan iyi bir konuma gelebilmişlerdir. Hele bilhassa Rus Prenslerinin Bizans’tan hem Ortodoks Hıristiyanlığını ve kültür yazıtlarını kapmalarının yansıra birde bunun üstüne üstük Altınordu Hanlığının parçalanmasıyla birlikte doğu ve güneye doğru yelken açıp eski Türk ülkelerini istila edecek fırsatını yakalamış olurlar. Tabii bizim açımızdan bu durum Moskof çizmesi altında yaşamanın getireceği sancılarla baş başa kalacağımız bir tablo ortaya çıkarır. Hatta bu arada Slavlaşan bir kısım Türkler, Balkanlarda Bulgar devleti kurar kurmasına ama bu da bir başka yeni sıkıntılara kapı aralayacak bir tablo oluşturur. Öyle ki Çarlık Rusya’sı gücüne güç kattıkça Çarlarda o ölçüde sıcak denizlere inme hevesi ile yanıp tutuşacaklardır. Derken bu hevesle Moskof Patriğinin eliyle sıcak denizlere inme ideallerini taçlandırırlar da. Böylece giydikleri tacın İsa’nın tacı olduğunu, dolayısıyla kendilerini İsa’nın temsilcisi olduklarını ilan etmekte beis görmeyeceklerdir. Tabii hal vaziyet böyle olunca, Moskof Patriğinin de canına minnet Hıristiyanlığa öncülük etmenin Çarların hakkı olduğu savını zihinlere işleyecektir habire.

Ne diyelim işte görüyorsunuz Patrik bu ya, işine geldiğinde hemen alelacele cihan hâkimiyeti yolunda Çar'ları Hıristiyan âleme böyle takdim ederken Türkiye ise Lozan koridorlarında ter döküp misakı milli sınırları içerisinde kalmayı kendi halkına züğürt tesellisi babından zafer olarak takdim edecektir. Yetmedi hilafetin ilgası kararını alaraktan İstanbul’un artık İslam âlemine yönelik birleştirici dini merkez konumumuzu masada kendi elimizden çıkardığımız gibi Ortodoks patrikhanesinin statü kazanmasına ise ses çıkarmayıp gönüllerini hoş tutmuşuz da. Bu durumda bağımsızlıklarına kavuşan tüm Ortodoks milletleri Fener Rum Patrikhanesinden ayrılıp milli Patrikhanelerini kurar hale gelmişlerdir. Şimdi gel de tüm bu olup bitenler karşısında eseflenme. Düşünsenize bir zamanlar Katoliklerin baskıları karşısında soluğu Osmanlı şemsiyesi altında alıp dini ayinlerini özgürce yaşar hale gelen Ortodokslar, bir bakıyorsun Osmanlı hasta yatağına düştüğünde ahde vefasızlık bir tutum içerisine girebiliyorlar. Kaldı ki onlar:

-Alman Protestanlarını bağrımıza basıp kucaklayışımızı da unutmuş gözüküyorlar.

-Amerikalı Osmanlı tarihçisi Roderie H. Davison’un kaynak araştırmasıyla ortaya çıkardığı dört dilde tercüme edilen Küçük kaynarca Anlaşmasının 7. maddesine baktığımızda Babialinin (Osmanlı hükümetinin) söz verdiği Hristiyanları ve kiliseleri koruyacağına dair himaye hakkının da metinde yer aldığından bihaber unutmuş gözüküyorlar.

-Hakeza Küçük kaynarca Anlaşmasının antlaşmanın 3. Maddesinde geçen ilk kaybedilen Müslüman toprağımız olan Kırımdaki Müslümanların dini himaye hakkının da bize ait olduğu metne bağlandığını unutmuş gözüküyorlar.

Onlar unuta gözüke dursunlar, aslında biz biliyoruz ki Hıristiyan Papalık başlangıçta dünyaperest Roma’ya karşı dini hassasiyetle kurulmuş müesseseydi. Ne zaman ki kilise otoritesine boyun eğip dünyevi olan her şeye müdahale eder hale gelir, işte o zaman toplumun tüm kesimlerin tepkisini çekeceklerdir. Zira kilisenin bu tutumu Avrupa’nın sefalet bataklığı içerisine düşmesine yol açan bir durumdu. Öyle ki Avrupa o yıllarda kilisenin bu tutumu yüzünden karanlık ortaçağını yaşayacaktır. Düşünsenize o çağlarda bilimden söz eden derhal giyotinle ölüme mahkûm edilebiliyordu.........

© Enpolitik