menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

TARİHTEN BUGÜNE DEMOKRATİKLEŞME

2 2
19.07.2024

Aslında demokrasinin ilk kaynağı Sümerlerdir. İşte bu yüzden Samuel Noah Kramer meramını şöyle ifade eder; “M.Ö 3000 tarihlerinde ilk parlamento merasimle toplandı. O da iki meclisten mürekkepti. Bunlar: yaşlılar meclisi (Senato) ve vatandaşlar meclisidir (Aşağı meclis). Bu vaziyet karşısında insan kendini eski Atina’da veyahut Roma’nın eski cumhuriyet döneminde zanneder. Oysa o Yakın Doğudur.”

Evet, şu da var ki günümüze gelinen noktada baktığımızda ülkemizde demokrasi yakın doğu toprağının meyvesi olarak yeşermemiş, bilakis dışardan ithal edilmiş haliyle günümüze taşınmış durumdadır.

Düşünsenize Ayan ve Mebusan'dan (senato ve millet meclisi) kurulu ilk parlamento 5000 yıl öncesinde Sümerlerde varmış zaten. Hakeza Orta Asya göçebe Türk aşiret beylerinin halk tarafından seçildiği ve bu uygulamanın Oğuzhan devrinden itibaren bir kanun haline getirilişi de öyledir. Dolayısıyla Avrupa’da sağduyu sahibi birçok aydın eski Türk idaresinin bir “mutlakiyet” idaresi olmadığı, tam aksine demokrasiyi çağrıştıran bir model olduğunda hemfikirlerdir. Ama gel gör ki, bizim yerli aydınlarımızın çoğu hâlâ demokrasinin yepyeni bir akım olduğu zannındalar. Oysa yukarıda da belirttiğimiz üzere karşımızda 5000 yıl öncesine dayanan bir Sümer modeli var. Kaldı ki çok eski tarihlere gitmeye de gerek yok, önümüzde UNESCO’nun “Çok seslilik, tek bir dünya” parolasını gerçekleştiren bir Osmanlı modelimiz var. Üstelik bu model batıya ışık tutmuş da. Hatta bugün ABD’nin süper güç olmasının temellerinde Osmanlı modelinin katkı payı çok büyüktür.

Anlaşılan o ki, Türkler tarihte sadece devlet kurmakla kalmamış kurdukları devlet yönetimlerinin birçoğunda insanlığa demokrasi modeli kaynağı da olmuşlar. Ve bu demokratik modelinin izlerini bazen kurulan devletin adından, bazen idare eden ve edilen ikilisinin yaşayış tarzlarından, bazen bürokratik mekanizmaların işleyiş yapısında görmek pekâlâ mümkün. Nasıl mı? İşte “Uygur” kavramı bunun bariz göstergesi. Zira bu kavram İngiliz lisanında “civilization-uygarlık” manasına gelirken, Arapça lisanında “Medeni” kavramına karşılık gelir. Kaldı ki Arapçada 'Medine' şehir demek olup şehirli insana da 'medeni' denmektedir. Batı’nın sıkça kullandığı “civil” kavramı Yunanca 'civitas' kavramından türemiş olup daha çok vatandaş, nazik, uygar ve modern anlamlarını çağrıştırır. İster adına 'şehirlilik' denilsin ister 'modernlik' ya da başka bir şey denilsin hiç fark etmez, sonuçta bizim köklerimizde medeniyet ruhu var zaten. Zira Resûlullah (s.a.v) “Bedeviliği bırakın Medeni olun” diye beyan buyurması bunun bariz delilidir. Allah Resulünün bu çağrısı Müslümanlar için hep mihenk taşı olmuştur. Nitekim İbn-i Haldun bu hadis-i şerif ışığında yaşadığı topluma yönelik “Bedeviyetten hadariyete” geçiş çağrısı yapmış, keza Mevlâna'da Türkmen’leri göçebelikten yerleşikliğe davet etmekle aynı yolu izlemiştir. Amma velâkin her iki bilge dehada kimi çevrelerce yanlış anlaşılmıştır. Oysa İbn-i Haldun bedevi Arapları bedevi özelliklerine binaen eleştirmiş, Mevlâna’da Türkmenlerin göçebe hayat tarzı yaşamaları hasebiyle öz eleştiri yapmıştır. Dikkat edin öz eleştiri diyoruz. Niye derseniz, çünkü bu tür öz eleştirileri birtakım aklı evveller birini Arap düşmanlığı olarak, diğerini Türk düşmanı yaftasıyla karalayabiliyor. Belli ki her iki bilge dehanın da böyle bir eleştirme getirmelerinden amaç beraberce yaşadığı topluma karşı düşmanca tavır takınmak değildi elbet, bilakis içinde bulunduğu toplumu bedeviliği ve göçebeliği terk etmeleri yönünde telkinde bulunmaktır temel amaç. Dahası medeni ve sivil olmalarını sağlamalarına yönelik bir çabadır. Öyle ki İbn-i Haldun bu meyanda “İnsan çamurdan yaratılmış dünyanın cilası olmuştur” demekten kendini alamamıştır. Gerçekten de insan odur ki icabında kirlenmiş dünyanın cilası olabiliyor, böyle........

© Enpolitik


Get it on Google Play