menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ORTADOĞU VE TÜRKİYE

35 0
12.04.2025

Ortadoğu deyince genellikle Osmanlı'nın üç vilayeti Bağdat, Musul ve Basra akla gelir. Üstelik bu üç isim anılınca, ister istemez gönüllerimizi hicran kaplar. Hem nasıl hicran kaplamasın ki, şimdi o ihtişamlı üç vilayetimizin semaları üzerlerinde leş kargalarının hiç eksik olmadığı kanlı coğrafyaya dönüşmüş durumda. Buralarda ilim hak getire, artık konuşulan ilim değil, konuşulan bombalar, sıkılan silahlar, okyanus ötesinden ve İsrail’den fırlatılan füzelerdir.

1922 yılında İngiliz entrikalarıyla Osmanlı alaşağı edildiği günden bugüne buraların yüzü hiç gülmedi dersek yeridir. Ortadoğu halkları bizden koparıldı da ne oldu, birbirinden kopuk bir sürü suni devletçikler türedi. Derken Ortadoğu problemler yumağının diz boyu yaşandığı, birtürlü anaların gözyaşının dinmediği kaynayan kazan olarak karşımızı çıkmış durumda. Hakeza beyaz adam buralara ayak basmış basalı bırakın barış getirmeyi, kendisine bile yar olmayacak şekilde bataklığa saplanmış durumda. Buralarda en sinsice, en şeytani kurgularla oyun oynarlarsa olacağı buydu, üstelik kıyamete kadar lanetlenmekten de kurtulamayacaklardır. Bakınız tarihi süreç içerisinde ecdadımız adaletiyle üç kıtada hükmettiği içindir Ortadoğu halkları Osmanlıyı halen hasretle yâd etmekteler hep.

Evet, Osmanlı’dan boşalan Orta Doğu halkları öksüzdür. Yavuz Sultan Selim’in ‘Hadimü’l-Haremeyniş Şerifeyn’ anlayışıyla idare ettiği bu topraklar artık yol kesen haramilerden geçilmez haldedir. Düşünsenize bir zamanlar Ortadoğu Nizam-ı âleme giden yolda bizim için bir sıçrama basamağı iken, ta ki elimizden çıkıp Sam amcanın kontrolüne geçtiğinde ise adeta tepetaklak düşüşümüzün simgesi kâbusumuz olmuştur. Belli ki beyaz adam Orta Doğu halklarına huzur getirmek için buralara gelmemiş, tüm dert davalarının petrol olduğu gayet apaçık ortada. Aman petrol canım petrol şarkıları çaldıkça ABD’nin değme keyfine değecek yok gibi, dünya jandarmalığının şımarıklığıyla oyununu oynamaya devam edeceği muhakkak. Şüphesiz diğer süper güçlerde aynı oyunun peşinden koşuşturmaktalar. Petrol hemen her ülkenin iştahını kabartan ekonomik can suyudur. Dolayısıyla pılını pırtısını toplayan buraya üşüşüyor. Petrol ve enerji kaynakları var oldukça hiçte geri çekilmeye niyetleri yok gibiler. Bırakın geri çekilmeyi, birbirleriyle bile kıyasıya rekabet içerisinde bulunarak buralarda varlıklarını sürdürme çabası içerisindeler. Eeeh adamlar ne yapsınlar, şunu çok iyi biliyorlar ki finans hâkimiyetine giden yol Orta Doğu’dan geçmekte.

Bilindiği üzere I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’yla yakından ilgilenen iki ülkeden biri İngiltere, diğeri Fransa’dır. O yıllarda sanayinin can suyu petrolün paha biçilmez kıymeti fark edilince, ister istemez gözler Ortadoğu’ya çevrilmişti. Nasıl mı? İşte önce Osmanlıyı tarih sahnesinden el çektirmekle işe koyuldular, daha sonrasında ise ekonomik pastayı kendi aralarında paylaşarak yola devam dediler.

Peki, şimdi gelinen noktada durum vaziyet nasıl? Artık gelinen noktada İngiltere’nin petrol uğruna kırk takla atarak oynadığı oyunları şimdilerde Amerika oynamakta. Hatta ABD üstlendiği bu kırk takla oyunu sürdürebilmek için kuyruğuna takıldığı İsrail’in güvenliğini sağlayacak önlemler almayı da ihmal etmez. Öyle ya, İsrail bu denklem içerisinde bir çıban rolü üstlenmeli ki Ortadoğu politikaları akamete uğramasın. Nasıl ki İsrail’in Ortadoğu’da çıbanbaşı rol alması geçmişte İngiltere'nin çıkarları açısından işini kolay kılmışsa aynı durum bilhassa Amerika neoconlar için de söz konusudur. Baksanıza adamlar Ortadoğu’da ki çıkarlarına herhangi bir halel gelmesin diye İsrail’in terör devlet görünümüne göz yumabiliyor. Nasıl olsa kendilerinin canı yanmıyor, nasıl olsa dökülen kanlar; Filistin kanı, Irak kanı, Suriye kanı, Arap kanı, Kürt kanı ve Türk kanı.. Sanki çokta umurunda mı onların, ne de olsa sonuçta olan bölge halklarına oluyor. Hem bu nasıl müttefiklikse tekerleğine çomak sokmazsak ilişkilerimiz uslu çocuk muamelesiyle geçmekte, yok eğer inisiyatif üstlenip oralarda mazlumlara umut olmaya kalkıştığımızda perde arkasında bizi hizaya getireceklerinin hesabıyla içte canlı bomba eylemleriyle, sınırlarımız dışında ise tüm terör örgütlerine tırlar dolusu silah mühimmatı yardımı yaparaktan ilişkilerimiz kırılgan fay hat üzere sürdürülmekte. Hele ki Türkiye 2002 sonrasında “Yemende bizim ne işimiz var, Akdeniz’de ne işimiz var, Suriye’de ne işimiz var, şurada burada bizim ne işimiz var” zihniyetinin tam aksine Ortadoğu denkleminde bende varım demeye başladığında meğer adamların uykularını kaçırmışız. Dur bakalım bu daha ne ki, Türkiye bölgede artık oyunbozan, oyun kurucu da. Belli ki uluslararası derin güçler bu rol kapışımızdan fena halde rahatsızlar. Çünkü adamlar alışmışlar her şeyi kendi kontrolleri altında tutmaya. Ancak unuttukları bir şey vardı ki; o da malum eski Türkiye’nin zihniyet kodları artık çok gerilerde kaldı, şimdi gelinen noktada tüm dünyanın çekindiği İsrail’e ‘one minute’ resti çeken Yeni Türkiye’nin meydan okuyan zihin kodu var. Malum eski Türkiye’de bir takım zinde mihraklar habire, yok İsrail şöyledir, yok böyledir, bir dokunulursa sonuçları ağır olurmuş gibi falan keşmekeş hikâyelerle habire gözümüzü korkutuyorlardı. Hani dokundukta ne oldu, yer yerinden mi oynadı, tam aksine 'one minute' çıkışıyla hem kendimize geldik, hem de ‘dünya beşten büyüktür’ diyerek tüm mazlum milletlerin umudu olduk bile. Ah Bilge kağan! Yeni Türkiye’nin bu dirilişini bir görseydi, hiç kuşkusuz “Ey Türk titre ve kendine dön” deme gereği duymayacaktı. Düşünsenize bu dirilişimizi 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin hemen akabinde yedi düvele karşı hem içteki hainlere karşı hem de dıştaki güç odaklarına karşı gerçekleştirdiğimiz bu meydan okumamızla birlikte bu diriliş destanımızı taçlandırdık bile. Böylece ihanetin geleceği olmadığını yediden yetmişe bir kez daha ispatlanmış olduk.

Yok, öyle yağma, bu kez fena halde faka bastılar. Sandılar ki 27 Mayıs darbesiyle Menderes’i astıklarında işi sessiz geçiştiren bu millet, FETÖ İhanet çetesi 15 Temmuz darbe girişiminde de uysal koyun olup sessiz geçiştirecek. Ama kazın ayağı hiçte öyle olmadı, düğmeye bastıklarında birde ne görsünler karşılarında ölüme şerbet deyip tanklara çıplak elleriyle meydan okuyan bir millet vardı. Doğrusu o güne dek milletin tankların altına ölümüne yatacağına hiç kimse tahmin edemezdi, bu kez öyle bir kuvay-ı milliye ruhu patlama yaptı ki, FETÖ’nün kırk yıllık planı dört saatte yerle bir edildi. Keza İsrail bu diriliş destanı karşısında ‘one minute’ korkusunu bir kez daha tatmış oldu, İngiltere’nin tüm planları altüst oldu, Almanya, Fransa ve Ermenistan’ı Çılgın Türkler korkusu sardı. Hem nasıl onları korku sarmasın ki, şehit olmak için birbiriyle yarışan bir milletin çıplak elleriyle yazdığı şanlı destanı karşısında duvara tosladılar. İyiki de Osmanlının torunları tüm dünyanın gözü önünde top, tüfek, tank, uçaksavarlarla desteklenen bilumum şer güçlerin koruması altında ki FETÖ, PYD, PKK, YPG, DAEŞ’in üzerine bir şimşek hızıyla gözü kara bir şekilde üzerlerine gitti de mazluma umut düşmana korku salacak bu kuvay-ı milliye direnişini görmüş oldular. Malumunuz Türkiye’nin bu gözü karalığını önce Rusya görürken, sonrasında ise Almanya, Fransa ve bir takım uluslararası aktörler görür hale geldiler. İşte bu sayede artık bir mesele olduğunda acaba Türkiye bu hususta ne der çizgisine geldiler de. Gelmeleri de gerekirdi zaten, çünkü ölüme şerbet diyen böylesi necip milletin yenilmesinin imkânsızlığını fark ettiler. Ancak şu da var ki, bu söz konusu dillere destan diriliş ruhu direnişimiz bizi rehavete sürüklememeli. Zira su uyur düşman uyumaz misali her daim uyanık olmakta fayda var, şimdilik virgül........

© Enpolitik