menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

MASONLUĞUN SERÜVENİ

37 0
previous day

Masonluğun ülkemize giriş yapıp sızması elbette ki Cumhuriyet döneminde gerçekleşmedi. İlk kurulan localar Osmanlının son dönemine denk gelen 1880’li yıllarda vuku bulup bunlardan birçoğu hem Fransız Büyük Locasına hem de İngiltere Büyük Locasına bağlı olarak temelleri atılmış localardır. Yani tüm dünyaya yayılmış loca örgütleri kanalıyla bu akımın Osmanlıya sirayeti Sultan III. Ahmet devriyle start almıştır. Malumunuz Humbaracı ismiyle meşhur Humbaracı Ahmet, Fransız masonlarına bağlı ilk locayı Galata’da açıp coğrafyamıza taşımış bir paşadır. Derken pek çok gayrimüslim ve sözde Müslimlerin locaya üye olmalarına vesile olmuşlardır. Hatta aralarında İbrahim Müteferrika ve Yirmi sekizzade Mehmet Sait Paşa gibi isimlerde vardır. Masonluğun ABD’ye sızması ise ilk mason Başkanı George Washington ile start alır. İlginçtir ilk ABD mason başkanı olmasına binaen Virgina’da adına tapınak inşa edilir de. Nitekim Washington şehrine havadan kuş bakışı bakıldığında tam tamına merkezinin Masonluğun simgesi olarak bildiğimiz pergel ile gönyenin birleşiminden oluşan üçlü sacayağı şeklinde yapılandırılmanın gerçekleştirildiğini görürüz. Bir başka ifadeyle bu üçlü sacayağından pergelin baş sacayağı kısmı Capitol binasını (Meclis binasını) temsil ederken, pergelin sağ sacayağı kısmı Maryland Avenue’yi, sol sacayağı kısmını da Pennsylvania Avenue’yi temsil ettiği görülür. Hakeza bir diğer ABD Başkanlarından Jefferson’da ideolog derecede hatırı sayılır mason biraderlerdendir. Tabii Jefferson ideolog derecede üst düzeyde mason bir başkan olarak adından söz ettirince de ister istemez ahde vefa denilen Mason birader dayanışmasının gereği olarak Capitol binası iki büyük mason mabedine bağlanırken, pergelin sağ ayağının Beyaz Saray’a, sol ayağının da Jefferson Anıtına bağlanmasına şaşmamak gerekir.

Malumunuz Tanzimat dönemine geldiğimizde durum vaziyet daha da bir başka sürece evrilir. Böylece gerek Tanzimat dönemi ve gerekse Tanzimat’ı takip eden süreçte teşekkül eden yeni Osmanlıcılar ve İttihatçıların büyük çoğunluğunun mason oldukları görülecektir. Dolayısıyla masonluk bu süreçte öyle bir tehlikeli bir hal alır ki; artık bir noktadan sonra Siyonizm’in emellerine hizmet eden araç vazifesi görür. Derken Osmanlının düşüş devresine doğru kapitülasyonlar daha da aleyhimize işleyip masonluğun topraklarımızda nüfuz edinmesini beraberinde getirecektir. Nasıl mı? İşte Sultan Abdülaziz Han’ın hal edilmesiyle birlikte katledilmesi gibi birtakım karanlık oyunların ardından oluşan Yeni Osmanlıcıların bu devrede yaptıkları faaliyetler bunun tipik emarelerinin bariz göstergelerini teşkil eder. Neyse ki; Ulu Hakan Abdülhamit’in tahta geçişi bütün bu fesat ocaklarının uykularını kaçırmaya yettiği gibi masonların birçoğu da soluğu Makedonya’da almışlardır. Tabii dışarıya firar eden masonlar Makedonya’da boş durmayacaklardır. İlk iş olarak İttihat ve Terakki komitesini kurup faaliyetlerini sinsice devam ettireceklerdir. Hatta bu kurulan sinsi cemiyetin içerisinde İtalyan masonlarının telkinlerine kapılan İbrahim Temo isimli Tıbbiyeli bir gençte vardır. Neyse ki bu kurulan örgütün İstanbul’da da teşkilatlanmaya başlayacağı esnada sarayın engeline takılıp darmadağın edilecektir. Ancak darmadağın edilip Batıya kaçan bu güruhun örgüt üyeleri hızını alamayıp yurtdışında da olsalar bu sefer de meşrutiyetçilik davası güdeceklerdir. Malumunuz Batıda adından Jön Türkler diye söz edilen bu taifenin akıl hocası Emanuel Karasu’dur. İşte bu akıl hocasına şeksiz şüphesiz biat eden ittihatçı güruhu mason yüksek şura heyeti oluşturup, önce Talat Paşayı umumi büyük müfettişliğine getirirler, sonrasın da ise Üstadı Azam olarak onurlandırırlar. Onlar onurlandıra dursunlar, bilerek ya da bilmeyerek bu taifenin hemen her bir elemanı kökü dışarda kurgulanan bu sinsi oyununun figüranı olmuşlardır. Ne diyelim, işte tarihi belgelerin önümüze koyduğu verilerden de anlaşılan o ki, Devleti Aliyye içte ve dışta başı dertte bir takım gailelerle uğraşırken, birkaç genç ise hükümet darbesi peşinde koşturmuş oluyorlardı. Üstelik bu insanlar Sultan Abdülhamid’in kurduğu mekteplerde okuyup mezun olmalarına rağmen ahde vefa örneği göstermeyip dış mihraklarla işbirliği yapıp meşrutiyeti ilanını sağlayacaklardır. Peki, meşrutiyeti ilanını sağladılar da başları göğe mi erdi, tam aksine........

© Enpolitik