DEMOKRATİK TOPLUM
Demokratik toplumlar baskılardan uzak, özgürlük sever toplumlardır. Düşmanına karşı bile son derece tahammüllüdürler. İşte böylesi bir toplumun hasmını boğmak diye bir derdi de yoktur zaten. Zira tüm derdi davaları fikri hür, vicdanı hür bir toplum inşa edebilmektir. Hatta demokratik toplumun devrim muhafızlarına da ihtiyacı yoktur. Hem nasıl olsun ki, bir kere her şeyden önce emniyet kemeri özgür iradesidir. Aşırı uçlardan söz etmez, tüm akımların serbestçe yaşamasına yönelik kendi haline bırakıp uysallaşmasını yeğler. Marjinal veya radikal grupların amaçları demokrasiyi yıkmak olsa bile konuşmalarına izin verip onları yalnızlaştırır. Kaldı ki tek tip görüşlerle bir yere varılamayacağının tarihin sayfaları şahit. Bu yüzden demokratik toplumun rakiplerine korku salma ya da gözdağı vermek diye bir derdi yoktur, zaten aksi bir yol izlemek marjinal kalmış radikal grupların değirmenine su taşımak olur. Nitekim berikiler-ötekiler, laik-anti laik, ilerici-gerici vs. gibi ikilem oluşturan şablonlar, birliği ve dirliği baltalayan en keskin ayrılıkçı tasniflerdir. Madem karşıtlık içeren şablonlar ikilik oluşturuyor, o halde toplumu kendi halinde rahat bırakmalı ki her düşünce gelişebilsin. Böylece radikal akımlarda bu gelişim karşısında güç kaybına uğrayıp sıradanlaşmış olur. Şu bir gerçek, karşımızdakine fikir dayatması yapmakla sadece düşmanlaştırmış oluruz, hatta fikrine ve düşüncesine kota koymakla hem güçlendirir hem de popüler kılmış oluruz. Artık şunu anlamamamız gerekir ki; hiçbir düşünce dayatmayla, dipçikle yola gelmez. Hem şimdiye kadar dayatmacı ve yasakçı zihniyetten kim ne fayda görmüş ki bizde fayda görmüş olalım. Şayet çizmeyi aşıp elinize balyoz alırsanız her akımı ya eylem manyağı haline dönüştürürsünüz ya da Stalin, Mussoloni, Hitler ve Francisco Franco gibi hasta bir ruhla milyonlarca insanın canına kıymış olursunuz.
Meseleye birde devlet açısından ele aldığımızda insanlara zorla tek tip gömlek giydirmeye kalkışmak eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Devlet erkânı böyle yapmakla idare ettiği insanların her birini bukalemun tipe dönüştürmekte, dahası içi başka dışı başka fertler türemekte. Belli ki Türk insanının idrakine giydirilmeye çalışılan tek tip ideolojik deli gömlekler o kadar zihin dağarcığında öfke patlamasına yol açıyor ki, artık bu kadarı da gayrı yeter denilip sandık başına gidildiğinde bu dayatmacı zihniyetin borazanlığını yapan partilere ve devletin içine çöreklenmiş vesayet odaklı kripto yapılara gereken kırmızı kart gösterilebiliyor. Bu yüzden sandık vesayet odaklarının her seferinde kâbusu olur da.
Malumunuz devletin biricik görevi insanı itaate zorlayan hâkim devlet olmak değil, tam aksine Şeyh Edebali’nin deyişiyle “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışından hareketle insanoğlu daha dünyaya ilk adımını atar atmaz hemen hizmetine koşmayı şiar edinen hadim devlet olmaktır. Zira hadim devlet olmanın gereği insana insanca muameleyle değer vermektir. Şayet bir insan doğar doğmaz rengine diline, kökenine bakmaksızın Allah’ın mukaddes emaneti olarak insani yönden değer verilip devletin şefkatli kollarında himaye görürse asıl o zaman bayrağına, ayına, yıldızına kurban olan bir Türkiye tablosuyla karşılaşmamız an meselesidir diyebiliriz.
Hele şöyle dünya siyasi tarihine bir göz gezdirdiğimizde; Jakobenlerin, Maximilien Robespierre’nin, Billaud-Varenne’nin, Louis de Saint-Just’un, Louis-Michel Le Peletier’in ve vs.’lerin izledikleri yol yol değildi, düpedüz etrafa korku salmaktı. Hepsi de toplumu formatlamak için ömür tükettiler, fildişi kulelerden kitleleri yönetmek istediler, halka tepeden zavallı gözüyle baktılar. Peki, ellerine ne geçti? Belki de sormaya bile gerek yoktur, baksanıza arkalarından; içi boş kavramlar, anarşist topluluklar, elitistlerin ağırlandığı fildişi kuleler ve ruhsuz saray türü mekânlar bırakarak bu dünyadan göçüp gittiler. Tabii bu arada olan halka oldu. Nitekim devletler şefkat abidesi olması gerekirken idare ettiği halkına karşı resmice bir tutum sergilemeyi yeğlemişlerdir. Böylece resmi söylemlerden ve resmi törenlerden sıkılan toplumlar devletlerine olan güveni gitgide zaafa uğrayıp hemen her şeyden kuşku duyan ve havadan nem kapan hale geldiler.
Bakın Mevlana ne de tüm insanlığa güzel çağrı yapmış; “Ne olursan ol yine gel” diye. İşte bu yapılan çağrıda tüm insanlığa sözde değil özde büyük bir hürmet duyulurken, ülkemizde bir avuç oligarşik elitist tabaka kesim ise bırakın tüm insanlığa saygı duymayı, kendi halkına bile göbeğini kaşıyan adam yaftasıyla aşağılayıp öteki gözüyle bakmışlardır. Hakeza insanlıktan nasibini almamış illegal ve legal görünümlü bir takım örgütlerde tarihi süreç içerisinde asırlardır birlikte kardeşçe yaşadığımız Kürt kardeşlerimizin aidiyet duygularını istismar edip devlete karşı mevzilendirmişlerdir. Malum mevzilendirdikleri maşalarla da işi bitince bu kez bir kullanımlık kâğıt mendil misali hadi güle güle........
© Enpolitik
visit website