DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ
Demokrasi kavramından anladığımız şudur ki; ferdi hürriyetlerin sağlandığı, halk iradesinin baş tacı edildiği, idarecilerle idare edenlerin el ele gönül gönüle verdiği ve katılımcılığı şiar edinen bir araç olmasıdır.
İnsan haklarını gözetmek, milli iradenin tecellisi için çaba göstermek ve her tür sulta hâkimiyetine son vermek gibi unsurlar demokrasi kültürünün gereğidir zaten. Ancak demokrasi kültürünü vasıtalar bütünü olarak algılamamız gerekirken, maalesef üstlendiği rolün dışında abartıp gayeleştirdiğmiz de gün gibi aşikâr. Dahası bir yönetim şeklinin ötesinde gaye üstü rol biçebiliyoruz. Böylece demokrasi kavramına gölge düşürmüş oluyoruz habire. Oysa her alanda olduğu gibi demokrasinin de kendi içinde zaaf yanları vardır, bu gayet tabii bir durumdur. Elbette ki insanoğlu demokrasi ile yönetilmek adına çok çetin mücadelelerden geçip bugünlere geliverdi. Nitekim kilise sultaları, monarşiler ve feodalite düzenleri derken, en nihayetinde demokrasiyle yüzleşildi. İyi ki de yüzleşilmiş oldu, sonuçta beşeriyetin tarihi süreç içerisinde geçirmiş olduğu yönetim biçimleri arasında en iyi bir model gibi durmaktadır. Hatta bugünde geldiğimiz noktada mevcut yönetim biçimleri arasında da en gözde model olarak dikkat çekmekte.
Aslında demokrasi kültürü toplumun her kesimine sirayet etmeli ki, bu yönetim biçimi araç olarak kullanıldığında halk nezdinde dayatma tarzında algılanmasın. Madem öyle, demokratikleşmeye giden yolda kullanılacak kavram ve enstrümanların işleyişini sağlayacak gerekli ortam ve şartları oluşturmak gerekir.. Çünkü en iyi kavramlar bazen karşımıza silah olarak çıkabiliyor. Bu demek oluyor ki; bütün mesele demokrasi kültürünün oluşup oluşmamasında, hatta yerleşip yerleşmemesi noktasında düğümleniyor. Öyle ya, şayet bir ülkede halk iradesi ikinci plana itiliyorsa, o ülkede demokrasi kültüründen asla söz edemeyiz, orada olsa olsa menfaat odaklarının yönetimden pay almak için yarıştıkları bir yapılanmadan ancak söz edebiliriz. Hatta bizim ülkemizde de bir takım vesayet odaklı güçlerin halk iradesi karşısında pişkin tavır sergilemelerinin yegâne sebeplerinden biride tam manasıyla ülkemiz ikliminde demokrasi kültürünün olmayışından kaynaklanmaktadır. Düşünsenize eşyayı ayakta tutan kendi sacayağıdır. Aynen öyle de geniş halk kitleleri içerisinde demokrasi kültürünün ayakta tutunabilmesi içinde mutlaka sivil toplum sacayağının oluşmasına ihtiyaç vardır. Ancak ne var ki; böylesine mühim bir sacayağının bizim ülkemizde tam takır işler halde olduğundan bahsedemeyiz. Hatta bir takım alicengiz türü ayak oyunlarıyla toplumun sivil refleksi engellenip bertaraf edilebiliyor.
Bu arada dikkat etmemiz gereken husus; dışardan batı tipi demokrasi ithal ederken kendi yerel değerlerimizi ihmal etmemek gerektiğidir. Malumunuz sosyolojik vakıalar yerel değerlerden bağımsız olarak gelişim kaydetmez. Bir başka ifadeyle toplumun kültürü dışlanaraktan demokratikleşme yönünde adımlar atmak abesle işgal olur.
Peki ya, evrensel değerler? Hiç kuşkusuz evrensel değerler de yerel değerlerle barışık kaldığı süre ölçüsünce ancak bir anlam ifade etmekte. Dolayısıyla yerli aydınlarımızın çoğu halktan kopuk demokrasi senfonisi çaldıkları için halka pek inandırıcı gelmiyor. Hem nasıl inandırıcı gelsin ki, bir kere kendi halkına göbeğini kaşıyan gözüyle bakmaktalar. Belli ki halka tepeden bakmak çağdaşlık sanılıyor. Aydın hep kendi bildik çalgısını çalıyor, toplumun sesine kulak vermemekte kararlılığını sürdürüyor da. Oysa halkla iletişim sağlamayan hiç bir sistem uzun süre ayakta kalamaz, çökmeye de mahkûmdur.
Demokrasi kültürü, hem idareci nezdinde, hem aydın nezdinde, hem de halk nezdinde yaygınlaşıp bir şekilde dal budak salması lazım gelir. Aksi halde demokrasi bir söylem olmaktan öteye geçemeyecektir. Zaten bizim gibi yarı gelişmiş kalkınmakta olan ülkelerde demokrasinin kendisi değil, sadece lafı vardır.
Kültürsüzlük zemini üzerine hangi sistem inşa edilmeye çalışılırsa çalışılsın başarı şansı hemen hemen yok denecek kadar azdır. O halde demokrasinin doğru bir zemine oturtturulması lazım gelir. Gönül ister ki; bir an evvel ileri düzeyde bir demokrasi aşamasına geçilebilsin. İcabında bu da yetmez, gönül ister ki çağlar üzerinden sıçrayıp kendi Rönesans'ımızı kurabilelim. O halde daha ne duruyoruz, gönlümüzün sesine kulak verelim ki Yeni Yüzyıl Türkiye’sinde çağlar üzerinden sıçrama hedefimiz bir hayal değil gerçeğin ta kendisi olsun.
Bu güne kadar halkın tercihlerini göz ardı eden bir takım vesayet odaklı zinde güçler, kendi dar kalıp sulta anlayışlarını demokrasi diye yutturmaya çalışmışlardır. Toplum gerçeklerinden uzaktan yakından alakası olmayan bu malum çevreler zaman zaman demokrasi havariliğine bile soyunmaktan yüksünmemişlerdir. Hadi bu neyse de köprünün altından epey sular akıp durulduktan sonra gerçek maskeleri ortaya çıkınca bu kez kendilerine başka maske arar oldular. Derken laiklik maskesini takar oldular. Öyle ki 1993 yılında Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış Yekta Güngör........
© Enpolitik
visit website