AVRUPANIN DOĞRUDAN KURUCU UNSURU İSLAM MEDENİYETİDİR
Avrupa’ya 1699 yılına kadar gelen evrede birinci tehdit Osmanlı’dan gelmiştir hep. Bunun üzerine Avrupa’da Türk karşıtı birliktelik düşüncesi oluşup Fransız Devlet Adamı Sully, ilk “Birleşik Avrupa Projesi” girişimini başlatan lider olarak adından söz ettirir. Kaldı ki adından söz ettirir çıkış başlatmasa da Osmanlı’nın Viyana yenilgisi ve donanmasının Hint okyanusundan çekilmesi onları birliktelik yolunda cesaretlendirmeye ziyadesiyle yetmiştir. Nitekim Osmanlı’nın çöküşe geçtiğine iyice kanaat getirdiklerinde tüm Avrupa’yı harekete geçireceklerdir. Böylece topraklarımızın bölüşülüp paylaşılmasına start vermiş olurlar. Hele bir devlet hasta yatağına düşmeye bir görsün, hiçbir ülke geriye dönüp de “Bir zamanlar bize kol kanat germiştiniz, sizin adalet şemsiyeniz sayesinde hür yaşamıştık” demez, bilakis düşene bir tekmede kendileri vurup kuyumuzu kazma pozisyonu alacaklardır. İşte, al sana İngiltere; ahde vefaymış, şuymuş buymuş, İngiliz’in umurunda mı sanki. Fırsat bu fırsat deyip hazır Osmanlı hasta yatağına düşmüşken önce Kıbrıs’a postu serer sonrasında ise Mısır’ı kuşataraktan Hint yolunu kendi kontrolü altına alacaktır.
Avrupa için belli bir noktadan sonra Osmanlı tehdit kapsamından çıkıp yerini ikinci tehdit kapsamında Rusya alır. Ki, Çar Deli Petro’nun sıcak denizlere inme hevesi öteden beri bilinen bir gerçekliktir, bu bir sır değil zaten. İşte bu doğrultuda Rusya’nın yayılma politikaları ve işgal girişimleri Avrupa için yakın tehdit kapsamı alanı içerisinde görülür. Ancak Rusya için daha henüz hâlihazırda herhangi bir caydırıcı müeyyide uygulanmayaraktan yapılan bir tehdit unsuru öngörülmesidir bu. Her neyse Avrupa ilk başta Rusya hakkında herhangi bir yaptırım yapılmaksızın bir öngörüyle vakit geçire dursun, aslında bizim ahı gitmiş vahı kalmış halimiz bile onların diri haline taş çıkartıcasına Rusya’ya karşı tek ciddi manada tek direnen ülke olduğumuzun gerçeğini değiştiremeyecektir. Her ne kadar bizim içimizde de bir takım sözde akademisyenler Kanuni’den sonra Osmanlı’nın çöktüğünü tezini habire üniversitelerimizde genç beyinlerimizin zihnine işleseler de, oysa bir bakıyorsun çökmeye başladı denen Osmanlı’nın Kanuni’nin ölümünden sonra bu yana yeni kurulan Türkiye’mizin dört buçuk katı kadar bir ömür yaşadığını görüyoruz. Ne diyelim, bizimkilerin Osmanlıya bakışı bu olunca elbette ki bu durumda Avrupa’nın çifte standart yüzünü görmemeleri son derece gayet tabiidir. Baksanıza Batılılar hem bir yandan Rusya’yı tehdit kapsamında bir ülke olarak öngörüyorlar, hem de bu ne perhiz bu lahana turşusu diyebileceğimiz türden Osmanlı’ya karşı Çarlık Rusya ile ittifak ve işbirliği yapmaya çanak tutacaklardır. Neyse ki sonradan baktılar ki, Rusya Doğu Avrupa'ya doğru hızla yayılma stratejisi üzerine almış başını gidiyor ister istemez bu durumda mecburen Osmanlıyla dayanışma içerisine girmek zorunda kalacaklardır.
Malumunuz batı hayranlığı Tanzimat'la birlikte topraklarımıza sirayet eden bir maraz hastalıktır. Hatta işi sadece hayranlık seviyesinde tutmayıp soğuk savaş sonrası NATO’ya dâhil olmakla batıyla olan ilişkilerimizi daha da pekiştirip bir başka mecraya kaydırırız. Kaydırmamızda gayet tabiidir. Çünkü o yıllarda komünizm Avrupa’nın baş belası ideolojik bir akım olduğu gibi bizimde baş belamızdı. Bu yüzden Türkiye’nin Varşova Paktı’na değil NATO paktında yer almasına şaşmamak gerekir. Dolayısıyla Kore’ye asker........
© Enpolitik
