Kültürle Nasıl Mücadele Edilir?
ALİ GÜLTEKİN
Arkadaşımız Ali Gültekin’in Şeriat örnekliği üzerinden kültürle mücadele etmenin yollarını tartıştığı yazısını ilginize sunuyoruz.
Marx, Feuerbach Üzerine Tezler’in ilk tezine kendi tarihsel-diyalektik materyalizminden önceki materyalizmi mahkum ederek başlar. “Bundan önceki tüm materyalizmin (Feuerbach’ınki de dahil olmak üzere) başlıca kusuru; nesnenin, gerçekliğin, duyumsallığın duyusal insan etkinliği, pratik olarak, öznel olarak değil, yalnızca nesne ya da sezgi (Anschauung) biçiminde kavranmasıdır.” Bu cümle, hem sonraki tezlerde hem de Modern Alman Felsefesi’nin Eleştirisi kısmında daha detaylı şekilde açılıp temellendirilir. Marx’ın tarihsel-diyalektik materyalizminin nüvesi de bu cümlede yatmaktadır. Marx’a göre, önceki materyalizm, maddeyi epistemolojik bir öncelik olarak almış, bilginin maddeden geldiğini öne sürmüş, dolayısıyla maddesel gerçekliği tarih dışı bir öz kabul etme hatasına düşmüştür. Oysa ki maddenin bilgisine erişilemez, maddenin fikrine erişilebilir. Madde ontolojik bir önceliktir, vardır ancak bilişsel olarak algılandığı andan itibaren bir fikre dönüşür. Marx’ın materyalizminin gözlem alanı ise insanın bilişsel olarak maddeyle kurduğu ilişkidir, maddenin kendisi değil. Marx’a göre insanın toplumsal ilişkiler bütününün bir ürünü olarak şekillenen bilinçten ayrıksı bir madde gerçekliğini kabul edip bunu epistemolojik bir öncelik addetmek, dini özün yerine seküler özün taşınmasından başka bir şey değildir. Her şey ilişkilerin bir ürünüdür, materyalizmin gözlem alanı ise ilişkilerden başkası değildir. Materyalizm, herhangi bir kutsal olanın varlığıyla ilgilenmez, o kutsal olanın hangi ilişkiler bütünü içerisinde kutsal kabul edildiği ile ilgilenir. Devrimcilik ise bu ilişkiler bütününü doğru analiz edip praksiste ileri taşımaktan geçer. Devrimci belirli özlerle savaşmaz. Devrimcinin görevi bireyi sınıflı topluma mahkum eden toplumsal ilişkiler bütününü pratikte kırarak sınıfsız topluma ulaşmaktır.
Şeriat tartışmasında, materyalist bir perspektiften şeriatın belirli bir özü olmadığı ön kabulüyle başlamak gerekir. Şeriata özü gereği bir değer atfetmek, herhangi bir hukuk sistemine özü gereği değer atfetmek ve onun sınıfsal bağlarını görmemekten farksızdır. Şeriatın meşruiyet zemininin “metafizik” oluşu ve belirli kutsallar kabul etmesi, Aydınlanma sonrası koyabildiğimiz bir ayrım olmakla beraber zaten felsefi olarak fiziksel gerçekliği olan bir bilgi olabileceği ön kabulünden doğduğu için hatalıdır. Kullanılan kavram setinin seküler materyalizmin madde tarifiyle uyuşup uyuşmaması önemli değildir.Bu kavram setinin sunduğu pratikte sınıflı-sınıfsız toplum bağlamında nereye oturduğu önemlidir. Dolayısıyla şeriatı analiz ederken Türkiye’de yaşayan ve pratikteki muhatabı Türkiye halkları olan devrimciler olarak, şeriatın önüne belirli sıfatlar getirmeden bu analizi gerçekleştirmek imkansızdır. Aynı şeriat kavramı ve İslam’ın aynı kavram seti, Umman’da sosyalist-feminist bir devrimin ilahiyatını sağlayabilmekte, Lübnan’da direnenlerin elinde bambaşka bir pratik sunabilmekte, Gazze’de bir ulusal kurtuluş hareketinin öncülüğünü üstlenebilmekte, İran’da şaha karşı milyonlarca kişiyi ayaklandırabilmekte, Endonezya’da farklı anlamlar ifade edebilmekte, Türkiye’de 80 darbesi öncesinde konjönktürel olarak komünistlerle ittifak kurabilmekte, patronuna “sen Allah mısın?” diye bağıran işçide bambaşka bir gerçeklik kazanabilmekte, Kürdistan’da Demokratik İslam Kongresi gibi yapılarla farklı bir anlam kazanabilmektedir. Kısaca, Şeriat da diğer tüm kültür ve ideolojiler gibi, iktidar ilişkileri içerisinde değerlendirilmelidir. Yine diğer tüm kültür ve ideolojiler gibi, tüm anlatı paketi iktidar tarafından oluşturulmamakla beraber........
© Emek ve Adalet Platformu
