menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Tarımda dönüşüm ve enflasyonla mücadele

6 0
24.04.2025

Tarım, çoğu zaman yalnızca çiftçinin, köylünün ya da kırsalda yaşayanların meselesi gibi değerlendirilir. Oysa bugün mutfağımızdaki her fiyat artışında, pazardaki her zam dalgasında, hatta merkez bankasının faiz kararlarında bile tarımın ne ölçüde hayati bir sektör olduğu kendini hissettiriyor.

Gıda fiyatlarındaki her yükseliş, yalnızca soframıza değil, tüm ekonomiye doğrudan etki eden bir baskı unsuru olarak büyüyor.

Artık mesele, üretimden çok daha fazlası. Tarım, enflasyonla mücadelede stratejik bir alan; kamu bütçesinde tasarruf sağlayacak bir araç; sürdürülebilir kalkınmanın temel ayağı haline gelmiş durumda.

2024 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de gıda ve alkolsüz içecekler grubunda yıllık enflasyon oranı r seviyesinde gerçekleşti. Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) sepetinde bu grubun ağırlığı ise $,96. Yani bu iki veri yan yana getirildiğinde, ülke genelindeki toplam D,38’lik yıllık enflasyonun neredeyse @,5’i yalnızca gıda fiyatlarındaki artıştan kaynaklanıyor.

Bu oran, para politikasının etkisinin sınırlı kalabileceğini, çözümün yalnızca faiz kararlarıyla değil arz tarafında atılacak yapısal adımlarla mümkün olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Tarımın içinden gelen bu fiyat baskısını azaltmadan, enflasyonla sürdürülebilir bir şekilde mücadele etmemiz mümkün değil.

Buna rağmen tarımın merkezi bütçedeki yeri hala oldukça zayıf. 2024 yılı için merkezi yönetim bütçesi yaklaşık 11 trilyon 89 milyar TL iken, tarıma ayrılan destek miktarı sadece 91,6 milyar TL oldu. Bu da toplam bütçenin yalnızca %0,83’ü demek. Bu yılda oran %0,9’larda kaldı.

Oysa Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran %1,5 ile %2,5 arasında değişiyor. Türkiye’nin sadece gıda enflasyonundaki payı @’ı aşan bir sektöre %1’in altında destek vermesi, büyük bir çelişkiyi beraberinde getiriyor.

Yani tarım yalnızca ekonomik bir konu değil; aynı zamanda stratejik bir alan olarak değerlendirilmek zorunda. Aksi takdirde hem tüketici, hem üretici hem de devlet bu dengesizlikten olumsuz etkilenmeye devam edecek.

Gerçekçi bir dönüşüm planı yapsak vetarım teşvikleri merkezi bütçenin %3’üne çıkarılsa ve yaklaşık 332 milyar TL düzeyine yükseltilse ve bu kaynak sadece rastgele sübvansiyonlara değil, planlı bir üretim modeline, modern sulama yatırımlarına, girdi sübvansiyonlarına ve kooperatifleşmeye yönlendirilse, hem üretici kazanır hem de tüketici fiyatları üzerindeki baskı azalır.

Gıda enflasyonunda %’lik bir gerileme bu reformlarla rahatlıkla sağlanabilir. Bu da enflasyon oranında yaklaşık 5,4 puanlık bir düşüş anlamına gelir. Ulaştırma, hizmet ve konaklama sektörlerinde dolaylı etkilerle bu düşüş %7,7’ye kadar yürüyebilir.

Merkez Bankası, böyle bir ortamda politika faizini 5 ila 6 puan arasında indirebilir. Yani üretimi artıran, kırsalı güçlendiren bir plan, aynı zamanda şehirliyi de rahatlatan bir parasal alan yaratır.

Bu noktada önerilmesi gereken en önemli reformlardan biri, desteklerin zamanlamasıdır. Türkiye’de çiftçiler destek ödemelerini çoğu zaman hasat sonrasında, borçlarını kapattıktan sonra ya da üretim sezonu bittikten sonra alıyor. Oysa destek, üretim başında verildiğinde anlamlıdır. Mazot, gübre, yem ve tohum gibi temel girdilere ilişkin teşvikler sezona başlamadan önce çiftçilerin hesaplarına yatırılmalı; bu destekler dijital sistemler üzerinden otomatik olarak hesaplanmalıdır. Böylece çiftçi üretime borçla değil güvenle başlar.

Bir diğer hayati adım, Türkiye’nin hala gerçekleştirmediği kapsamlı bir tarım sayımıdır. Bugün kaç üreticimiz var, hangi bölgede hangi ürün hangi verimle üretiliyor, tarım alanlarımızın ne kadarı etkin kullanılıyor, bu sorulara sağlıklı bir veri setiyle cevap verilemiyor. Bu da desteklerin hedeflenmesini, planlamayı ve kriz yönetimini zorlaştırıyor.

İlk etapta yapılması gereken, dijital destek kartı uygulamasına geçilmesi ve her çiftçinin üretim profilinin kayıt altına alınmasıdır. Bu sistem yalnızca destek vermek için değil, tarımsal verimlilik analizleri yapmak, afet sonrası zarar tespiti yapmak ve üretim planlamasını bilimsel tabana oturtmak için de gereklidir.

Tarımsal üretim planlaması da yalnızca teşviklerle değil, hangi ürünün nerede ne miktarda üretilmesi gerektiğine dair bilimsel analizlerle yürütülmelidir. Toprak yapısı, su potansiyeli, iklim verileri, pazar erişimi gibi faktörler birlikte değerlendirilmeli; bu analizler sonucunda bölgeler için önerilen ürün desenleri belirlenmelidir. Üretici, bu plana uygun üretim yaptığında hem desteklenmeli hem de alım garantisiyle teşvik edilmelidir. Aksi takdirde arz fazlası ya da kıtlık döngüsü, yıllar boyu süren istikrarsız fiyatların temel nedeni olmaya devam edecektir.

Türkiye’de tarımsal girdi fiyatlarındaki kontrolsüz artış da enflasyonun temel belirleyicilerinden biridir. Gübrede, mazotta, yem ve tohumda ithalata dayalı bağımlılık, küresel fiyat dalgalanmalarından üreticiyi doğrudan etkiler hale getirmiştir. Bu nedenle yapılması gerekenlerden biri de yerli tohum üretiminin artırılması, gübre ve yem fabrikalarının bölgesel kalkınma ajanslarıyla desteklenerek kurulması ve üreticilere bu girdilerin sabit fiyatla ulaştırılmasının sağlanmasıdır.

Bahsi geçen girdi sübvansiyonları kısa vadede bütçeye yük gibi görünse de, enflasyon üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri düşünüldüğünde orta vadede kamu maliyesini rahatlatan yapısal çözümler haline gelir.

Kooperatifleşme ise Türkiye tarımının yıllardır çözülemeyen temel sorunlarından biridir. Bugün pek çok üretici, ürününü pazarlama konusunda tüccara bağımlıdır. Alım fiyatını belirleyemez, girdi maliyetlerini pazarlık edemez, maliyet artışlarını fiyatlarına yansıtamaz. Kooperatifler, bu üreticileri bir araya getirerek alım gücünü artırmak, satışta pazarlık gücünü toplulaştırmak için en etkili araçtır. Bu alanda çok başarılı olan Hollanda ve Yeni Zelanda kooperatifleri takdire şayan örneklerdir.

Türkiye’de be yazık ki mevcut kooperatif yapısı zayıftır, çoğu pasif durumdadır.Sebebi ise Fransa ve İngiltere kanunlarından karma........

© Elips Haber