Takva: İnancın kıyısında, gücün girdabında bir yok oluş hikayesi
Özer Kızıltan’ın 2005 yapımı filmi Takva izleyicinin zihnine kazınmakla kalmayıp; aynı zamanda ruhunda derin çatlaklar yaratan çok değerli film. Kökleri derin bir inanç sorgulamasına uzanan bu yapım, Erkan Can’ın muhteşem performansı eşliğinde, Türkiye’deki tarikat-siyaset ilişkisini ve bu ilişkiyi kuşatan ahlaki çürümeyi ince bir neşterle yarıp önümüze seriyor. Ancak film, bunu bir manifesto ya da bir sloganla değil, vicdanı titreten bir fısıltıyla yapıyor.
Filmin merkezindeki Muharrem, Tanrı’ya mutlak bir teslimiyetle bağlı, sade ve saf bir adam. Erkan Can’ın canlandırdığı bu karakter, neredeyse bir tasavvuf simgesi gibi başlıyor yolculuğuna. Ancak onun "saflığı", bu dünyada, özellikle de tarikat sisteminin karmaşık labirentlerinde bir zaaf olarak görülüyor. Muharrem’in, ibadet ve inanç temelli yaşamı, modern dünyanın para, güç ve çıkar odaklı yapısıyla çatıştığında, ortaya çıkan gerilim aslında filmin ana eksenini oluşturuyor. Tarikatın liderleri ve önde gelenleri tarafından, tarikatın mali yapısını denetlemekle görevlendirilmesi, Muharrem için sadece bir sorumluluk değil; aynı zamanda onun inançlarının sınandığı bir ateş çemberine dönüşüyor. Bu noktada Takva, yalnızca bireysel bir hikâye değil, tarikatların Türkiye’deki toplumsal ve siyasi gücüne dair keskin bir eleştiriye dönüşüyor. Muharrem, bu görevle birlikte Tanrı’nın huzurunda saf kalma çabasını sürdürürken, aslında tarikatın kendi içinde ikiyüzlü bir makyavelist düzenle çalıştığını fark etmeye başlıyor.
Muharrem’i filmin başında tanıdığımızda, bir saflık ve teslimiyet örneği olarak nitelendirebiliyoruz. Dünyadan elini eteğini çekmiş, kendi küçük çevresinde ibadetine ve tevekküle odaklanmış bir karakterdir Muharrem. Ancak bu "arızasız" hali, tarikat liderlerinin dikkatini çeker ve o, bir tür "vicdan timsali" olarak, kendisinden beklenen görevlerin içine çekilir. İlk başta bu görevler, onun için bir imtihan gibi görünür: Uhrevi değerlere sıkı sıkıya bağlı olan Muharrem, dünyevi işlerin içindeki karmaşayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Fakat ne yazık ki, dünya, onun sandığından çok daha çetrefilli ve yozlaşmıştır. Kendisinden beklenen "sadık bir nefer" olmak, gerçekte bir çıkar mekanizmasının dişlisi olmaktan ibarettir. Bu noktada, Muharrem’in uhrevi huzuru hızla çözülmeye başlar. Tarikatın ekonomik çıkarları uğruna o güne kadar savunduğu dini argümanları ezip geçmek zorunda kalması ve o güne kadar hayatı boyunca hiç olmadığı bir otoriter figüre dönüşmesi Muharremin yaşadığı psikolojik açmazların yansımasıdır. Tarikat adına üstlendiği görevler, onun inanç sisteminde devasa yarıklar açar. Artık yalnızca dış dünyayla değil, kendi ruhuyla da bir savaşa girmiştir. Aslında Filmin en trajik yanı da budur.........
© Elips Haber
