Naked: ‘Johnny’ ve varoluşun kırılganlığı
İngiliz Sineması’nın en özel yönetmenlerinden biri olan Mike Leigh’in 1993 yapımı “Naked” filmini, David Thewlis’in canlandırdığı “Johnny” karakteri ile değerlendirdiğimde Sinema dünyasının iz bırakan filmlerinden biri olarak nitelendiriyorum.
Mike Leigh filmleri, büyük olayların ya da kahramanlık hikâyelerinin peşinden gitmeyen, gündelik hayatın içindeki görünmez çatışmalara odaklanan ve anlatması en zor kavramlardan biri olan “basitliğin” görkemli metaforlar ve aforizmalar ile betimlendiği varoluşsal sancılar bütünüdür.
Varoluşçuluk, genellikle ağır felsefi monologlarla ya da karakterlerin büyük içsel çöküşleriyle anılır. Fakat Leigh’in yaklaşımı çok daha inceliklidir. O, karakterlerini hayata fırlatılmış bireyler olarak çizer, ancak onları büyük trajedilerle değil, gündelik hayatın sıkışmışlıklarıyla sınar. "Naked" (1993) filminin Johnny’si gibi karakterler, kendi zekâlarının tuzağına düşmüş, dünyayı anlamaya çalışırken daha da yabancılaşmış figürlerdir. Leigh’in kamerası, karakterlerinin içinde debelendiği boşluğu büyütmek için çerçeveyi ustalıkla kullanır. Dar mekânlar, uzun bakışlar ve doğal ışık, karakterlerin içsel çırpınışlarını görünür kılar. Onun sinemasında her şey doğaldır ama hiçbir şey rastlantısal değildir. Bir Mike Leigh filmi izlemek, hayatın içindeki varoluşçuluğu hissetmek gibidir Leigh, doğaçlamaya dayalı yöntemiyle karakterlerine nefes aldırırken, aslında onları varoluşsal bir hesaplaşmaya sürükler. Bu hesaplaşmaların en yoğun ve derinlikli yansımalarından biri olan “Naked” filmi üzerine bir şeyler yazmanın gerekli olduğu görüşündeyim.
Mike Leigh’in Naked (1993) filmi 90’lar İngiltere’sinin sosyolojik çürümüşlüğü içinde, anlam arayışının yerini nihilizmin aldığı bir çağın portresini çizer. Filmin merkezinde yer alan Johnny, keskin zekâsı ve ağzından düşmeyen felsefi aforizmalarıyla varoluşçu sayıklamaların sinemadaki en keskin figürlerinden biridir. Ancak onun sayıklamaları, Sartre’ın “insan özgürlüğe mahkûmdur” düsturunu içselleştirmiş bir karakter olmanın ötesinde, özgürlüğü bir lanet olarak yaşayan bir adamın hikâyesidir. Johnny’nin, Londra’nın soğuk sokaklarındaki sürüklenişi, fiziksel bir kaçıştan çok, varoluşsal bir savrulmanın temsili gibidir. O, hayatı çözmeye çalışan biri değil; hayatın zaten çözülmüş olduğuna, ama anlamlı bir sonuç üretmediğine kanaat getirmiş bir adamdır. Johnny’nin konuşmaları, Kierkegaardvari bir umutsuzluğu ve Nietzsche’nin nihilizmini içinde barındırırken, eylemlerinde Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar karakterinin ruhu dolaşır. İnsan ilişkilerinde saldırgan, başkalarına karşı acımasız, ama aynı zamanda kendi varoluşu içinde de kaybolmuş bir figürdür. Herkesin bir anlam aradığı bu dünyada, anlamın yalnızca bir illüzyon olduğunu hatırlatmaktan büyük bir zevk alır.
Naked, Johnny’nin hikâyesini yalnızca onun iç dünyasıyla anlatmaz; mekânlar, atmosfer ve sinematografi de onun içsel çöküşünü destekler. Leigh’in Londra’sı, göz alıcı ışıklarla parlayan bir metropol değil; soğuk, ıslak ve kasvetli bir sokaklar ağıdır. Kamera, Johnny’nin amaçsızca dolaştığı arka sokakları, terk edilmiş binaları ve karanlık köşeleri takip ederek, şehrin de tıpkı onun gibi yalnız ve umutsuz olduğunu hissettirir.
Leigh’in filminde Johnny’nin karşılaştığı karakterler, onun varoluşçuluğunun farklı yönlerini tamamlayan parçalar gibidir. Gizemli güvenlik görevlisi Brian, modern toplumun denetleyici gücünü; Johnny’nin eski sevgilisi Louise, geçmişle hesaplaşmayı; Sophie ise kontrolsüz arzuların insanı nasıl ele geçirdiğini simgeler. Ancak Johnny, bu karakterlerle anlamlı bağlar kuramaz. Çünkü o, varoluşun herhangi bir bağlamı olamayacağına inanır.
Film boyunca Johnny’nin fiziksel olarak da giderek daha fazla yıprandığını görmek, onun yalnızca zihinsel bir düşüş içinde olmadığını, aynı zamanda dünyayla kurduğu bağın da tamamen koptuğunu hissettirir.
Filmin en keyifli ve en derinlikli diyalogları şüphesiz ki Peter Wight’in canlandırdığı güvenlik görevlisi “Brian” ile arasında geçen diyaloglardır. Burada kullanılan aforizmalar ve metaforlar egzistansiyalizm üzerine keyif veren çıkarımları barındırır. Bu diyaloglardan bazıları üzerine çıkarımlar yapmanın, filmin yol haritası üzerinde de belirleyici olduğunu düşünüyorum…
“Birkaç yumurta kırmadan omlet yapamazsın. İnsanoğlu sadece kırık bir yumurta ve omlet iğrenç olmuş!”
Semavi dinler, insanın Tanrı’nın suretinde yaratıldığını ve onun kusursuz düzeninin bir parçası olduğunu savunur. Ancak Johnny, bunu ters yüz ederek şunu söylüyor: Eğer insan, ilahi bir varlık tarafından yaratıldıysa, sonuç fazlasıyla başarısız olmuş. “Birkaç yumurta kırmadan omlet yapamazsın” ifadesi burada Tanrı’nın insanı yaratırken fedakârlık yapması, belki de insanı sınamak için acıyı, trajediyi ve kusurları içeren bir dünya inşa etmesi anlamına geliyor. Ama Johnny’ye göre bu deneyin sonucu berbat—yani, omlet iğrenç olmuş!
Bu bakış açısı, özellikle Tevrat ve İncil’de geçen Âdem ve Havva mitosuyla ilişkilendirilebilir. Cennet’ten kovulma, günah, insanın eksik ve arızalı bir varlık olarak dünyaya düşmesi… Tüm bunlar, Johnny’nin gözünde büyük bir tasarım hatasına işaret ediyor. Eğer Tanrı, insanı yaratırken ona irade ve bilinç verdiyse, neden onu her şeyin kaçınılmaz olarak bozulacağı bir sisteme yerleştirdi? Eğer insanlık tarih boyunca bunca acı çektiyse, Tanrı’nın büyük planı gerçekten başarılı mı oldu?
Burada Johnny’nin alaycı tonu, tam da Tanrı’nın yaratılış planına meydan okuyan bir isyan gibi okunabilir. O, Tanrı’yı bir sanatçı ya da aşçı gibi tasavvur ediyor ve onun........
© Elips Haber
