Tutuklamanın yeni paradigması
Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişinde yer alan “Her nefis ölümü tadacaktır” ayeti, insanlığın kaçınılmaz kaderini hatırlatır. Ancak günümüz Türkiye’sinde bu hakikat, ölüm öncesinde bireylerin “özgürlüklerinin tutuklanması” gerçeğiyle gölgeleniyor. Yargı mekanizmasının işleyişi, hukukun üstünlüğü ilkesini değil, özgürlüklerin sistematik olarak kısıtlanmasını beraberinde getiriyor. Artık suçun somut delillerle kanıtlanması gerekmiyor; bireylerin düşünceleri, mesleki faaliyetleri veya sanatsal üretimleri dahi tutuklama gerekçesi ya da gerekçesiz tutuklama nedeni olabiliyor. Artık tutuklama için suç işlemek bile gerekmiyor; bazen yalnızca düşünmek, konuşmak veya işini yapmak bile yeterli olabiliyor.
Tutuklama kurumu, hukuki olarak “istisnai bir koruma tedbiri” iken, günümüzde siyasi veya ideolojik hatta ekonomik hedeflerin aracına dönüşmüştür. Suç şüphesi kuvvetli olmalı, deliller somut ve kaçma tehlikesi bariz olmalıydı. Bugün ise, suçun var olup olmaması önemsizleşti; önemli olan, kimin suçlu olarak görülmek istendiği.
Son yıllarda, tutuklamak için gerekli bu temel ceza usul ilkeleri giderek göz ardı edilmeye başlandı. Bir avukat, savunmasını yaptığı müvekkilinin sözleriyle özdeşleştiriliyor; bir gazeteci, haber yaptığı kişiyle suç ortaklığı içinde görülüyor; bir akademisyen, ülkenin resmi politikalarını eleştirdiğinde “terör propagandası” yapmakla suçlanabiliyor. Öyle ki, bir astrolog bile kehanetinin........
© Elips Haber
