Barış Süreci: Hukukla inşa edilmezse dağılır
Her yeni gün, ardında bir evin yasını, bir annenin gözyaşını, bir hayatın yarım kalmışlığını bırakıyor. Ülkenin dört bir yanında kayıpların hüznü büyürken, acılar artık sadece istatistiklere indirgenmiş durumda. Sessizleşen vicdanlar arasında, gerçekler ve yalanlar birbirine karışıyor; herkes kendi haklısının peşinde, ortak hakikatin uzağında savruluyor.
Sokakta da, ekranda da intikam dili yükseliyor. Medya, objektif bilginin değil; artık çoğu zaman sermayenin sözcüsü, duygusal yönlendirmelerin ve öfkenin aracı haline gelmiş durumda. Toplumun sinir uçlarıyla oynanıyor, sağduyu çağrıları gitgide daha az yankı buluyor.
Bu atmosferde, kimliklerin de yük haline geldiği bir iklimde yaşıyoruz. En başta Kürt yurttaşlarımız, sırf aidiyetlerinden dolayı önyargılara maruz kalıyor; sosyal medya linçleriyle, etiketlemelerle, ayrımcılıkla baş etmek zorunda kalıyorlar. Bu tablo, birlikte yaşama kültürünün altını oymakta ve toplumsal dokuyu her geçen gün daha da zayıflatmaktadır.
Ancak bilmeliyiz ki, yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. İşte tam da bu nedenle, şimdi bir adım atma zamanıdır. Çözüm için, barış için, kardeşliğimiz için, hep birlikte yaşayabileceğimiz bir gelecek için…
Bugün Türkiye, belki de son kez böylesine tarihi bir fırsatla karşı karşıya: PKK, 12. Kongresi’nde aldığı kararla silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini ve örgütsel varlığını feshettiğini açıkladı. Bu karar, samimi midir yoksa taktiksel bir manevra mıdır — elbette bu soruya temkinle yaklaşmak gerekir. Zira PKK’nın geçmişte verdiği bazı beyanlar sahada karşılık bulmamış, güven duygusu aşınmıştır. Bu nedenle devletin de toplumun da süreci eleştirel sağduyu ile izlemesi kaçınılmazdır.
Ancak böylesine önemli bir açıklamayı tümüyle görmezden gelmek, küçümsemek ya da baştan reddetmek; Türkiye’nin geleceğine dair tarihi bir imkânı heba etmek olur.
Bu karar, eğer ciddiyetle ele alınır; hukuki ve siyasal bir zeminde kurumsallaştırılırsa, yalnızca bir örgütün sonunu değil, yeni bir demokratik dönemin başlangıcını da işaret edebilir.
Ancak şunu da açıkça söylemek gerekir: Türkiye daha önce de “barış” dedi. 2013-2015 arasında yürütülen çözüm süreci, yüzeyde iyi niyetli gibi görünse de; aslında kurumsal temelden yoksun, şeffaf olmayan, siyasal katılımı dışlayan ve kamu vicdanında güven yaratmayan bir süreçti. Eğer gerçekten samimi olsaydı, kalıcı kimi kazanımlar sağlanabilirdi. Oysa süreç, kapalı kapılar ardında yürütülen pazarlıklarla şekillendi; TBMM’nin dışlandığı, halkın bilgiye ulaşamadığı, devlet kurumlarının uyumsuz davrandığı bir dönemin adı oldu.
Ve sonuç:........
© Elips Haber
