Toplumsal şiddetin kaynakları
Türkiye, savaş koşullarında kurulmuş bir ülke. Ancak bugün savaş koşulları olmasa da hem yönetici kadrolar hem de vatandaşın kahir ekseriyeti bunun farkında değil ya da farkında olmak istemiyor zira bu savaş koşulları vurgusu her problemi yönetici kadrolar lehine çözüyor.
Savaş koşullarında kurulan bir ülke için önceliğin bireyler/vatandaşlar değil de ülkenin toprak bütünlüğünün, sınırlarının korunması olması anlaşılır bir durum ancak bugün bu durum anlaşılır değil. Anlaşılır olmamasını bi yana bırakın, bugün bu durum bir problem üreten bir fenomen.
Savaş koşulları söyleminin terk edilmemesi, her şart ve durumda iktidarları, yönetici kadroları vatandaşlardan gelecek itirazlardan korumasıyla alakalıdır. Bu nedenle, tek parti döneminde, 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat gibi darbe dönemlerinde, Türkiye’de askerin siyasete müdahil olduğu dönemlerde, otoriter rejim uygulamalarının olduğu dönemlerde, 90’lar gibi Kürtlere yönelik şiddetin ayyuka çıktığı dönemlerde, halkın yoksullaştığı dönemlerde yani anlayacağınız her türlü zorlukta ulusal güvenliğin tehlikede olduğu söylenir. Zira ulusal güvenliği tehlikede olan, savaş koşullarında olan bir ülkede, bireyin/vatandaşın değil ülkenin sınırlarının, yönetici kadrolarının korunması gerektiği vurgulanır. Böylece yoksulluk, anayasayı rafa kaldırma, demokrasiye balans ayarı verme, enflasyon, yolsuzluk, devlet görevlileri ile mafyanın aynı araçtan çıkması gibi kabul edilemez durumlara yönelik itirazlar kolayca susturulabilir. Bu durum, sadece vatandaşı susturma, susmaya alıştırma ile sonuçlanmaz aynı zamanda zamanla vatandaşlar da ülke ve kendileri söz konusu olduğunda ülkenin kendilerinden önce gelmesi gerektiğine inanırlar.
Bu durumun istisna olduğu dönem ise AK Parti iktidarının ilk 10 yılıydı. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o dönemki vaatleri de tam olarak yukarıda bahsedilenler gibiydi; bunları gerçekleştireceğini vaat ederek iktidara geldi. Yerine getirdi dönemler de oldu. Ancak işler yolunda gitmemeye başladığında kendisini iktidara getiren vaatleri terk etti. Yerel seçimlerden, iktidarın sebep olduğu ekonomik problemlere kadar her konuyu güvenlikleştirdi, vatandaştan gelecek her itiraz “beka sorunu” söylemiyle susturuldu. 2016’dan itibaren AK Parti’nin MHP ile yaptığı ittifak da bu güvenlikleştirme ile susturma politikasını pekiştirdi.
Her kabahat iktidarın değil, Türkiye’de iktidar eliyle milliyetçilik, devletçilik artık ön planda olsa da Zafer Partisi ile birlikte ırkçılık da siyaset sahnesinde ve toplumda bir fenomen haline geldi. Ancak son dönemde artan ırkçılığı eleştiren iktidar ve iktidar çevreleri, artan ırkçılık, öteki düşmanlığını Zafer Partisi’ne bağlasa da bu durumun tek sebebi........
© Elips Haber
visit website