Anne ben Kürt oldum!
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve çok sayıda kişiyle ilgili başlatılan yargı süreci, Türkiye kamuoyunda iktidarın ve iktidar çevrelerinin iddia ettiği gibi bir “hukuki yolsuzluk” operasyonu gibi algılanmadı. Bu nedenle de enerjisi yüksek tepki eylemleri ile karşılandı. Zira parti fark etmeksizin birçok belediyeye operasyon yapmak yerine sadece CHP’li belediyelere ve başkanlık seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı aday olacağı neredeyse kesin olan İmamoğlu’na yönelik girişimler oldu.
Şu durumda iktidara muhalif olan kesimler, demokrasiye sahip çıkmak, kendi iradeleri olan İmamoğlu’na sahip çıkmak, İmamoğlu’nu desteklemeseler ya da CHP’li olmasalar dahi ülkedeki yönetim politikalarından memnun olmadıkları için eylemlere katıldı. Ancak bu eylemlerde bazı eylemciler şiddete uğrayıp gözaltına alındığı için ve başka sebeplerle de eylemler sonlandırıldı ve CHP mitingleri halinde devam ettirilmek istendi. Aynı zamanda Halk TV, Sözcü TV gibi kanallar, eylemleri canlı olarak yayınladıkları için cezalarla karşı karşıya kaldılar. Dolayısıyla iktidar, muhalefete hareket edecek pek bir alan bırakmadı. Bu nedenle de muhalifler, boykot kararı aldı. Biraz bu kararı almaya itildiler zira muhalefetin her hamlesinin önü kesiliyordu. Ki demokrasinin tek şartının sadece sandık değil hareket imkanı olan bir muhalefet olduğu da bir gerçekken, muhalefet kendisine hareket alanı bulamayınca hareket alanı icat etti.
Boykot, bireysel bir tercihtir, bir haktır. Dolayısıyla boykota katılmayabilirsiniz ancak boykotu kriminalize etmek de pek sağlıklı değil; hem başka alan kalmadığı için hem de bu bir hak olduğu için.
Buraya kadar sorun yok.
Sorun şurada başlıyor; eylemlere katılma mecburiyeti…
Eylemler başladığından bu yana muhalifler; fenomen, şarkıcı, oyuncu vs ünlü kesimlerden destek açıklaması beklediklerini belirttiler. Destek açıklamayanların ise (mecazen) gırtlağına yapışırcasına destek açıklaması yapmaya zorladılar. Oysa muhalefetin söylemi neydi, sadece birimiz için değil hepimiz için… Yani ülkedeki herkesi kapsayacak demokratik bir yönetim talebi ve vaadi. Ancak bu talep için zorlamaya dayalı bu yöntem doğru bir yöntem mi, bundan pek emin değilim. Roland Barthes'in ifade ettiği gibi “Faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyeti” ise bu yöntem pek de doğru bir yöntem olmamalı. Zira ne talebe cevap veriyor ne de vaadin gerçekleşeceğine dair umut…
Sorun burada başlıyor dedik ya…
Türkiye’nin sorunlarının bazıları yukarıda da ifade edildiği gibi iktidarın muhalefete yönelik baskılarından kaynaklanıyor. Şu durumda muhalefetin bu ve benzeri baskıların karşısında ve özgürlükten yana olması gerekiyor. Ancak kişileri ve hatta kitleleri kendisi gibi düşünmeye ve konuşmaya zorlayarak bunu başarması pek mümkün değil.
Muhalefet, iktidara destek veren kesimlerden oy almadan iktidara gelemez. Dolayısıyla iktidara gelebilmesi için sadece kendi seçmenine........
© Elips Haber
