Devletin ekonomideki ağırlığını nasıl ölçeriz?
Bu hafta, iktisat alanının en önemli ve net bir cevabı olmayan sorularından birini yazının başlığı olarak seçtim. Bu sorudan hareketle de Türkiye’de devletin ekonomideki ağırlığını tartışmak istiyorum.
Devletin ekonomide büyüklüğünü ölçerken ilk olarak baktığımız göstergelerden biri kamu harcamalarının milli gelir içindeki payı. Türkiye’de devletin nihai tüketim harcamalarının milli gelir içindeki payı OECD ve Avrupa Birliği ortalamasının oldukça altında kalıyor. Hatta, kapitalizmin beşiği diyeceğimiz ABD’de bile kamu harcamalarının milli gelir içindeki payı Türkiye’nin üstünde yer alıyor. Dolayısıyla, kamunun harcamacı tarafını baz alırsak Türkiye, devletin ekonomideki ağırlığının fazla olduğu bir ülke değil. Problem, harcamaların yüksek olması değil kalitesi ya da kompozisyonu…
Bir başka gösterge olarak vergi gelirlerinin mili gelir içindeki payına bakabiliriz. Bu pay kabaca yüzde 24 civarında seyrediyor. Bu oran da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının bir hayli altında kalıyor. Burada özellikle milli gelir hesaplarında harcama kaleminde yer alan vergi harcamaları kalemine dikkat etmek lazım. Bu kalem vergi muafiyeti ve istisnalarından oluşuyor ve toplam vergi gelirlerinin yüzde 20’si civarında. Sonuç olarak, Türkiye’de vergi gelirleri açısından da devletin büyük olduğunu söylemek güç. Burada da kamu harcamalarında olduğu gibi kalite ve kompozisyon problemi var.
Kamu iktisadi teşekküllerinin ekonomideki ağırlığı söz konusu olduğunda da bu iktidar döneminde yapılan özelleştirmelerden bahsetmemek olmaz. Cumhuriyet tarihindeki özelleştirmelerin yüzde 90’ından fazlası son 20 senede yapıldı. Bu özelleştirmelerin önemli bir kısmı da stratejik sektörlerde gerçekleşti ve 60 milyar doların üzerinde bir gelir elde edildi.
Türkiye, kamu iktisadi teşekküllerinin ekonomideki ağırlığı konusunda ortalama bir ülke. Burada iki temel problem var: ilki, SEKA ya da Türk Telekom gibi özelleştirme süreci ve sonrası kamu refahının olumsuz etkilendiği birçok vaka yaşandı. İkincisi ise, bu şirketler özelleştirildikten sonra kağıt üstünde kamunun olmasa bile gerçekte kamunun arka bahçesi olmaya devam ettiler. Yani, devlet bürokrasisi, özelleştirildikten sonra bu şirketlerde daha fazla ve verimsizlik yaratacak şekilde söz sahibi oldu.
Devam edelim. Son dönemde artan kamu personeli alımlarıyla toplam istihdam içinde kamunun payının arttığını ve devletin istihdam açısından ekonomiye katkısının yüksek olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa bu da uluslararası verilerle desteklenebilecek........
© Dünya
