menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Merhaba

27 1
monday

Yaklaşık 10 yıllık bir aradan sonra yeniden, “söz uçar yazı kalır” şiarıy­la, kendime ait bu köşede sizlerle buluşuyorum. Haf­tada bir gün okuyucular­la Türkiye ve dünyaya da­ir görüşlerimi paylaşacak ve güncel konuların psiko­politik perspektifini elim­den geldiğince irdeleme­ye çalışacağım. Bu yeniden başlangıcımda ülkemizin en önemli basın markala­rından birisi olan Dünya Gazetesi çatısı altında bu­lunmaktan ve bir gelene­ğin parçası olmaktan duy­duğum memnuniyeti ifade ederek sözlerime başlaya­yım.

ABD seçimleri her za­man tüm dünyada ilgiy­le izlenen ve üzerinde en fazla kalem oynatılan si­yasi gündemlerin başında geliyor kuşkusuz. Başkan Donald Trump’ın ve eki­binin hayatımıza yeniden girmesiyle birlikte daha da şenlikli hale gelen siya­si gündem, aslında olduk­ça ürkütücü bir dönüşüm döneminin ilk sinyalleri­ni de veriyor. Trump’ın ye­min töreninde dünyanın en büyük teknoloji devlerinin patronlarının protokolde kabine üyelerinin de önün­de yer almasıyla birlikte, önümüzdeki dönemin en büyük tartışma konusunun başlığı da ortaya çıkmış gö­rünüyor: “Tekno-oligarşi ile nasıl baş edilecek?”

Eski başkan Joe Biden, veda konuşmasında tam da bu başlığa uygun bazı uyarılarda bulunurken gü­cün birkaç ultra zengin in­sanın elinde birikmesinin ABD demokrasisini, temel hak ve özgürlükleri ve fır­sat eşitliğini yok edebile­cek bir oligarşi yaratabile­ceğini söylüyordu. Ona gö­re bu kişilerin ellerindeki gücü kötüye kullanmala­rı halinde çok tehlikeli bir sürece girilecek ve “tek­no-endüstriyel komplek­s”in üretebileceği yanlış ve zehirli bilgiler yoluyla yı­kıcı bir dönemin önü açı­lacaktı. Mealen şunu söy­lemeye çalışıyordu “kont­rolsüz para ve kontrollü........

© Dünya


Get it on Google Play