Buna hakkımız yok
Yazmak, hayatımda en kolayca yaptığım işlerden biridir. Bir konu seçip, ilk cümleyi kurduğumda, kelimeler hep kendiliğinden gelir, düşünceler ardı ardına sıralanır. Ama bu hafta, yazmak bir yük gibi geldi. Ekrana bakıp her seferinde başladığım cümleler bir anda anlamsızlaştı. Konular o kadar büyük, yıkımlar o kadar derindi ki, kelimelerim sadece boş bir yankı gibi kaldı. Bir tarafta Gazze’deki çocuklar, ölen masumlar, yaralı bedenler, ulaşamayan yardımlar; diğer tarafta bir yanda sıcak hava dalgalarıyla kavrulan Amerikan şehirleri, diğer tarafta ise iklim felaketiyle boğuşan Avrupa… Küresel krizlerin gölgesinde, savaşların, göçün, ekonomik dengesizliklerin içinde, bir yazı yazmanın anlamı ne olabilir? Hangi kelimeler, yıkımın ortasında, bu dünyadaki her bir insanın taşıdığı acıyı, çaresizliği, kaybı anlatabilir?
Bu kadar büyük bir felakete, bu kadar büyük bir yıkıma tanıklık ederken yazmak ne kadar anlamlı olabilir? Bu soruyu sorarken, içimde derin bir boşluk hissediyorum. Çünkü yazmak, çözüm sunan bir araç değil, sadece bir çaresizliğin ifadesi gibi hissettiriyor. Savaşların ortasında hayatını kaybeden çocukların, iklim değişikliği yüzünden evsiz kalan ailelerin, ekonomik çöküş nedeniyle umutlarını kaybeden milyonların yaşadığı dramları hangi kelimelerle tarif........
© Dünya
