Kalkınma kültürel ve zihinsel dönüşümdür
Türkiye’de sürdürülebilirlik dendiğinde hâlâ akıllara önce ihaleler geliyor. Oysa bu kavram, bir şirket raporunun dipnotunda ya da bir belediyenin yıllık faaliyet sunumunda anlatılıp geçilen teknik bir ifade değil. Sürdürülebilirlik, yaşamakta olduğumuz zamanla, onu bize emanet eden geçmiş ve bizden devralacak gelecek arasındaki en büyük ahlaki bağdır. Bu yüzden öncelikle bir vicdan meselesidir.
Ülke olarak kalkınma hikâyemizi hâlâ betona, asfalta ve hızla artan tüketim alışkanlıklarına endekslemiş durumdayız. Ne pahasına olduğunu çoğu zaman sormuyoruz: Yaşanabilir alanlarımızı kaybediyoruz, doğayı bir engel gibi görmeye başlıyoruz, hatta bazen halkın yaşam alanlarını feda etmeyi ilerleme sanıyoruz. Oysa sürdürülebilirlik, sadece teknik verilerle değil, nasıl yaşadığımızla ve neye değer verdiğimizle ilgili. Yani bu bir ekonomi politikası değil; aynı zamanda bir etik tercih.
Sürdürülebilir kalkınma sadece enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ya da geri dönüşüm yatırımı meselesi değil. Aynı zamanda adalet meselesi. Herkese eşit yaşam hakkı tanımayan, gelecek nesillerin hakkını bugünden tüketen bir model ne kadar “yeşil” görünürse görünsün, kalkınma kavramıyla arasındaki bağ cılızdır. Bugün Türkiye’de........
© Dünya
